Evlilikte Kocanın Eşine Karşı Bazı Görevleri. Erkek Ailesinin Geçimini Temin Etmelidir: İslam dini aile içinde yapmış olduğu iş taksiminde ev işlerini kadına, dış işleri de erkeğe yüklemiştir. Bu sebeple evin ve ailenin bütün ihtiyaçlarının temin edilmesi görevi erkek üzerine yüklenmiştir ve bu vazifenin farz KUMARve ŞANS OYUNLARI. Helal Kazancın Önemi. يَا أَيُّهَا النَّاسُ كُلُوا مِمَّا فِي الْأَرْضِ حَلاَلًا طَيِّبًا وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُبِينٌ HelalKazanç-Helal Lokma. İslam Dini, biz dünyada da mutlu, ahirette de cennette olalım diye gönderildi. İslam ile gönderilen emirler ve yasaklar hep bizim için, dünya ve ahiretimiz için. Namaz, oruç, zekât, hac gibi ibadetler hep faydamıza. Doğru söz, iyilik, sadaka vb. gibi emredilen ilkeler hep bizim için. Usulüneuygun olarak kesim, hayvanın yemek ve nefes boruları ile iki şah damarının veya iki şah damarından birinin kesilmesi şeklinde yapılır. Bu şekilde kesimi yapılmış veya yapılacak olan hayvan da ‘zebîha’ olarak adlandırılır. Helal: Dinen yapılması veya yenip içilmesi yasaklanmayan, serbest bırakılan şey demektir. A) Helâl Kazanç. İslâm’da kazanma, mal mülk edinme tıpkı ilim gibi farz telakki edilmiş, kişinin kimseye muhtaç olmadan hayatını sürdürebilmesi, çoluk çocuğunun nafakasını temin etmesi maksadıyla meşrû yoldan çalışıp kazanması ibadet ve cihad ölçüsünde kutsal ve değerli bir davranış olarak nitelendirilmiştir Vay Tiền Nhanh. Yıl 2015 Ay Şubat Sayı 120 Rivayet edildiğine göre, yaşadığı devirde oldukça iyi bir gelire sahip olmasına rağmen, yine de geçim sıkıntısı çekmekte olan bir kimse varmış. Her zaman yedi altın kazanan bu adamcağız, ne yapıp edip bir yolunu bularak gelirini önce sekiz, sonra dokuz, derken on altına çıkarmış. Ama nâfile… Almış olduğu altınlar arttığı hâlde geçim sıkıntısı hiç de azalmamış. Gönlü bu durumdan çok muzdarip olmuş. Zavallı adam, derin bir ümitsizlik içinde perişan bir hâlde kıvranırken aklına, içinden çıkamadığı bu hâdiseyi, o beldede oturan yaşlı bir Allah dostuna danışmak gelmiş. Büyük bir mahcûbiyet içerisinde huzura çıkıp, derdini bir bir anlatmış. Efendi Hazretleri onu dinledikten sonra “–Evlâdım, mademki şimdi on altın alıyorsun, bir dahaki ay dokuza in! Yine de olmuyorsa, her ay daha da azalt gelirini.” diyerek nasihat etmiş ve kendisini hayır duâlarla uğurlamış. Efendi Hazretleri’nin bu kısa ziyaret sırasında söylemiş olduğu bu sözler adamın aklına hiç mi hiç yatmamış. Hattâ kendi kendine “Bu iş nasıl olacak ki, aklım hiç almıyor. Zira ben kazancımı yedi altından on altına çıkardığım hâlde geçim sıkıntısı çekmeye devam ediyorken, daha az kazanarak nasıl bu sıkıntıdan kurtulacağım?!” diyormuş. Bir müddet düşündükten sonra “–Bugüne kadar gelirimi çoğaltmak için birçok zahmete katlandım. Lâkin yine de sıkıntıdan bir türlü kurtulamadım. Bir de o Allah dostunun sözlerini dinleyeyim. Hem ne kaybederim ki? Belli olmaz, belki onun sözlerinde benim anlayamadığım bir hikmet yatmaktadır!” deyip önce dokuz, sonra sekiz, derken istemeye istemeye altı altına kadar gelirini azaltmış. Fakat ne hikmetse, o paranın ihtiyacını fazlasıyla karşıladığını görmüş. O ay hiç sıkıntı çekmemiş. Bunun üzerine adamcağız hayretler içinde tekrar o Allah dostunun huzuruna varıp “–Efendi Hazretleri! Emrinizi harfiyyen uygulayarak gelirimi kademe kademe azalttım. Fakat bu işteki sırrı idrâk edemedim. Zira ben daha evvel on altınla geçinemezken, şimdi altı altınla çok huzurlu ve bereketli bir hayat yaşıyorum? Bu nasıl oluyor?” diye şaşkınlıkla sormuş. O yaşlı Hak dostu ise işin hakikatini şöyle açıklamış “–Evlâdım, yaptığın işin karşılığı altı altınlıktı. Sen ise yedi altın almak sûretiyle kazancına haram karıştırıyordun. Bu sebeple de malının bereketi kayboluyordu. Şimdi ise helal kazandığın için helal kazancın bereketini görüyorsun.” *** Âlemler Sultanı -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde mü’mini şöyle tarif etmektedir “Mü’min bal arısına benzer. Temiz olanı yer, temiz olan şeyler ortaya koyar, temiz yerlere konar ve konduğu yeri ne kırar ne de bozar.” Ahmed, II, 199; Hâkim, I, 147; Suyûtî, el-Câmi, 8147 Bir müslümanı diğer insanlar arasında en üstün ve en temiz yapan husus, onun İslâm’ın emirlerine uygun olarak yaşaması, temiz ve helâl gıda ile beslenmesi ve böylece hem maddesinin hem de mânâsının temiz olmasıdır. Haram ise, mü’minin bu nezâhetini, temizliğini bozan âdeta bir zehir mesâbesindedir. Bulaştığı her şeye zarar verir. Mesela kazanca bulaşınca, bereketini yok eder; bedene bulaşınca, kişiyi harama meylettirir; gönle bulaşınca, onu hantallaştırır. Nitekim Mevlânâ Hazretleri bu hakikati şöyle ifâde eder “Bu seher benden ilham kesildi. Anladım ki vücuduma şüpheli birkaç lokma girdi. Bilgi de hikmet de helal lokmadan doğar. Aşk da merhamet de helal lokmadan doğar. Eğer bir lokmadan gaflet meydana gelirse bil ki o lokma şüpheli veya haramdır.” Hadîs-i şerîfte bildirildiği üzere “Allah Teâlâ temizdir; sadece temiz olanları kabul eder. Allah Teâlâ peygamberlerine neyi emrettiyse mü’minlere de onu emretmiştir. Cenâb-ı Hak Peygamberlere Ey peygamberler! Temiz ve helâl olan şeylerden yiyin, iyi ve faydalı işler yapın!» el-Mü’minûn, 51 buyurmuştur. Mü’minlere de Ey îmân edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin!» el-Bakara, 172 buyurmuştur.” Müslim, Zekât, 65 Zira helâl, kişiyi helâle sevk eder. Ali Râmîtenî Hazretleri’nin buyurduğu gibi “Helâl yemeyen kişi, kendinde Allâh’a itaat etme gücü bulamaz, hep isyâna meyleder. Helâl yiyen kişi de Allâh’a isyankâr olamaz.” Bu sebeple bir kimsenin, şu iki hususa çok ehemmiyet vermesi elzemdir Muhabbet beslenen kimsenin veya kimselerin mânevî durumu. Alınan gıdânın helâllik derecesi. Nitekim bu iki husus, insanın şahsiyet ve karakterinde pek müessir bir rol oynamaktadır. Zira kişi, muhabbet duyduğu kimsenin yolundan gider. Bu sebeple muhabbet duyulan kimsenin istikâmet üzere olması, onu seven kimseyi de doğruya meylettirir. Bunun aksine yanlış yolda ise, seven kimseyi de yanlışa sürükler. Aynen bunun gibi helal lokma da, insanı istikâmet üzere yönlendirirken haram lokma insanı Hak’tan uzaklaştırır. Bir de şu husûsu ifâde etmek gerekir ki, kazanılan mal helâlliği ölçüsünde, isrâfa gitmez. Zira para yılan gibidir. Mutlaka girdiği delikten çıkar. Bu sebeple helal olmayan kazanç, insan için iki türlü âhiret azabı olacaktır. Biri kazancın haram olması sebebiyle, diğeri de paranın isrâfa gitmesi dolayısıyladır. Günümüzde mal-mülk ve servet husûsunda dikkat edilmesi gereken bir diğer mühim nokta da, bunların insanın kıymetini belirleyen bir ölçü hâline getirilmemesi gerektiğidir. Fakat üzülerek müşâhede etmekteyiz ki, kimi insan kıyafetiyle, kimi arabasıyla, kimi eviyle hattâ koluna taktığı bir saatle bile üstünlük vehmine kapılabilmektedir. Hâlbuki kulların Hak katındaki kıymeti, ne zenginlikle ne de soylulukladır; ancak takvâ iledir. Bir kimsenin, âdeta malının putperesti hâline gelerek onunla îtibar bulacağını zannetmesi, terbiye olmamış ham nefsin bir zaafıdır. Nitekim Câhiliye devrinde Velîd bin Muğîre’nin zenginliği dolayısıyla sarf ettiği şu câhilâne sözler, bu hâlin müşahhas bir misâlidir “−Kureyş’in büyüğü ve efendisi olan ben, yahut Sakîf’in ulusu Amr bin Umeyr dururken, Kur’ân Muhammed’e mi inecek?!..” İbn-i Hişâm, I, 385. Krş. ez-Zuhruf, 31 Kaldı ki, Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, her cihetle bütün insanların en şereflisi idi. İnsan, nefsini terbiye ettiği zaman, bütün ameller onu Cenâb-ı Hakk’a yaklaştırır. Şâyet nefsini terbiye edememişse günahlara dûçâr olur. Rabbini unutur. Cenâb-ı Hak da âyet-i kerîmede şöyle buyurmaktadır “Allâh’ı unutan ve bu yüzden Allâh’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın…” el-Haşr, 19 Gazâlî Hazretleri, terbiyeden mahrum nefsi azgın bir ata, rûhu da süvârîye teşbih ederek şöyle buyurur “Süvârî, eğer atını terbiye ederse yani insan gönlünde meknuz olan kötü hasletleri bertaraf edebilirse, atı onu istediği menzile götürür. Sahibini Cennet’e vâsıl eder. Lâkin terbiyesi ihmal edilen bir atın, süvârîsini uçurumdan aşağıya atması kaçınılmaz olduğu gibi, marazlarla dolu bir kalp ile de Hakk’a yaklaşılamaz. O kimse, ancak Cehennem yolcusudur.” Velhâsıl mal, az veya çok olmasıyla değil, helâl olmasından dolayı huzur ve bereket getirir. Bizler de Cenâb-ı Hakk’a, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-’a öğretmiş olduğu şu duâ ile ilticâ ediyoruz “Allâh’ım! Bana helâl rızık nasîb ederek haramlardan koru! Lûtfunla beni Sen’den başkasına muhtaç etme!” Tirmizî, Daavât 111 Âmîn!.. Hadisler ışığında İslam'da el emeği ile kazanılan rızkın ehemmiyeti, bir insan en zor durumda dahi olsa dilenmekten çok rızkını çalışarak temin etmesi gerektiği gibi hususlar... Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu “Sizden herhangi birinizin sırtına bir bağ odun yüklenip satması, herhangi bir kişiden dilenmesinden hayırlıdır. O da ya verir, yahud vermez.” Buhârî, Zekât 50, 53; Müslim, Zekât 106. Ayrıca bk. Tirmizî, Zekât 28 HADİSİN ŞERHİ Bu iki hadîs-i şerîf, birbirine çok yakın ifâdelerle dikkatimizi pek önemli bir noktaya çekmektedir El emeğiyle geçinmeyi tercih etmek. Geçimini temin için herkesin bir sanatı veya işi olmayabilir. Toplumda herkes için bir gelir kapısı aslında vardır. Ancak çalışıp kazanabilecek olan kimseler bile, işsizlik gibi bir sebeple geçimleri için başkalarının yardımına muhtaç duruma düşebilirler. Bir de yapabileceği işi tenbellikten dolayı yapmayıp kolay yoldan yani dilenerek rızkını temin etmeye kalkanlar her devirde olagelmiştir. İşte böylesi kimseleri Sevgili Peygamberimiz uyarmakta ve herkesin kendi rızkını bizzat çalışarak temin etmesi gerektiğini çok açık bir şekilde anlatmaktadır. Gidip ormandan odun toplamanın, onu sırtında getirip satmanın ve böylece günlük rızkını temin etmenin, verip vermeyeceği belli olmayan birtakım kimselere el avuç açmaktan çok daha hayırlı olduğunu bildirmektedir. Sırtında odun getirip satmak belki çoğu müslümanın ağrına gidecek bir olaydır. Ama dilencilik yapmaktan çok daha şereflidir. Hadislerin dikkat çektiği asıl konu budur. Burada, yeşilin ve ormanın korunması ihmal edilmiş olmuyor mu gibi bir sual akla gelebilir. Hz. Peygamber, ormanların kesilip yakılmasını tavsiye etmiyor, dilencilik gibi yüz karası bir yola baş vurmaktansa, elinden hiçbir iş gelmeyenlerin bile yapabilecekleri bir şeyler olduğuna, onurlu yaşamanın yolunu bulabileceklerine dikkat çekiyor ve bir de misal veriyor. Ormandan çalı-çırpı toplayıp satarak rızkını temin etmek bile dilencilikten hayırlıdır buyuruyor. Kendi elinin emeğiyle geçinmenin şerefini duyan bir insanın, daha başka kazanç yolları bulacağı açıktır. Geçimini temindeki izzet ve insanlara minnet etmekteki zillet ancak bu kadar güzel ifade ve tasvir edilebilir. HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ Elinin emeğiyle geçinmek müslümanın izzetine yakışan yegâne yoldur. Dilencilik, yüzkarasıdır. Sırtında odun taşıyarak geçimini temin etmek bile, dilencilikten bin kat iyidir. Müslüman geçimini temin edeceği hiçbir yolu küçük görmemelidir. 542- وعنه عنِ النَّبِيِّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قال كان دَاوُدُ عليهِ السَّلامُ لا يَأْكُل إِلاَّ مِن عَملِ يَدِهِ » رواه البخاري . Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur “Davud aleyhisselâm ancak elinin emeğiyle kazandığını yerdi.” Buhârî, Büyû’ 15 HADİSİN ŞERHİ Dâvûd aleyhisselâm, mülkü çok , siyasi otoritesi yüksek, malî ve iktisâdî imkânları bol bir peygamberdi. Fakat o, bu imkânlara rağmen kendi el emeğiyle geçinmeyi tercih etmişti. Yüce kitabımızda bildirildiğine göre, kendisine demir madeninden yararlanma yolları öğretilmişti. O da zırh yaparak geçimini temin etme yolunu seçmişti. İşte Peygamber Efendimiz, kendisi gibi bir peygamber olan Dâvûd aleyhisselâm’ın bu meziyyetini, ümmetine örnek göstermek suretiyle, onları Dâvûd Peygamber gibi elinin emeğiyle geçinmeye özendirmek istemiş, son derece müsâit imkânlara sahip olan yetkililerin bile mümkün olduğunca kendi kazançlarıyla geçinmelerinin güzelliğine dikkat çekmiştir. Dâvûd aleyhisselâm’ın bu üstün meziyyetine bir sonraki hadiste tekrar işaret edilmiş bulunmaktadır. Ancak söz Dâvûd aleyhisselâm’dan açılmışken, bir başka hadislerinde de Peygamber Efendimiz’in, Dâvûd aleyhisselâm’ın gün aşırı tuttuğu orucu ümmetine örnek göstermiş olduğunu hatırlatmak istiyoruz bk. 152. hadis. HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ Bir peygamber olarak Dâvûd aleyhisselam kendi el emeğiyle geçinmeyi yeğlemiştir. Durumu, görevi, ünvanı ne olursa olsun, müslümana kendi kazancıyla geçinmek yakışır. ZEKERİYYÂ ALEYHİSSELÂM BİR MARANGOZDU 543- وعنه أَن رسول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قال كَانَ زَكَرِيَّا عليه السَّلامُ نجَّاراً » رواه مسلم . Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu “ Zekeriyyâ aleyhisselâm marangozdu.” Müslim, Fezâil 169. Ayrıca bk. İbni Mâce, Ticârât 5 HADİSİN ŞERHİ Konuların açıklanmasında herkesin dikkatini çekecek misaller vermek eğitim ve öğretimde etkili bir yoldur. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz de, ümmetini dilencilikten sakındırıp elinin emeğiyle geçinmeye alıştırmak için böylesine etkili örnekler vermiştir. Bu da bir sünnettir. Önceki ve sonraki hadislerde Dâvûd aleyhisselâm, bu hadiste de Zekeriyyâ aleyhisselâm bu misalleri teşkil etmektedir. Zekeriyyâ aleyhisselâm marangoz, doğramacı veya dülger diyebileceğimiz bir zenaat sahibi idi. Onun bu durumu peygamberliğine, peygamberliği de marangozluğuna aslâ mâni değildi. Bir zenaatle geçimini temin etmek şerefli bir yoldur. Nitekim İslâm âlimlerinin birçoğu, kendi el emekleriyle geçimlerini temin yolunu seçmiştir. Ancak bütün zamanını öğrenci yetiştirmeye hasrettiği için çalışmaya fırsat bulamayanlar, yaptıkları eğitim-öğretim hizmeti karşılığında geçinecek kadar ücret alma yoluna gitmişlerdir. Çoğu zaman da toplum onların verdikleri bu kesintisiz hizmeti, ihtiyaçlarını karşılamak suretiyle desteklemiştir. HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ Zekeriyyâ aleyhisselâm marangozlukla geçimini temin etmiştir. Sanat veya zenaat sahibi olmak ve o yolla geçimini temin etmek övgüye değer bir davranıştır. Elinin emeğiyle geçinmek peygamberler sünnetidir. 544- وعن المِقدَامِ بن مَعْدِ يكَربَ رضي اللَّه عنه ، عن النبي صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قال مَا أَكَلَ أَحَدٌ طَعَاماً خَيْراً مِن أَنَ يَأْكُلَ مِن عمَلِ يَدِهِ ، وَإِنَّ نَبيَّ اللَّه دَاوُدَ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم كان يَأْكلُ مِن عَمَلِ يَدِهِ » رواه البخاري . HZ. DÂVÛD PEYGAMBER ELİNİN EMEĞİNİ YERDİ Mikdâm İbni Ma’dîkerib radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu “Hiçbir kimse, asla kendi kazancından daha hayırlı bir rızık yememiştir. Allah’ın Peygamberi Dâvûd aleyhisselâm da kendi elinin emeğini yerdi.” Buhârî, Büyû’ 15, Enbiyâ 37 HADİSİN ŞERHİ Elinin emeğiyle geçinip kimseden bir şey istemeden iffetli yaşama konusunda söylenecek en güzel ve son söz, hiç şüphesiz bu hadîs-i şerîfte ifâdesini bulmaktadır. “Kimse, kendi kazancından daha hayırlı bir rızık asla yememiştir.” Yukarıdan beri nakledilen hadislerden anlaşıldığına göre, dilencilik asla emek mahsülü bir geçim yolu sayılmamaktadır. Bu sebeple de müslümanın izzet ve şerefine, insanlık haysiyetine uygun düşmemektedir. O meşrû bir kazanç yolu olarak düşünülmemektedir. Üç ana kazanç yolu bulunmaktadır Zirâat, ticâret, sanat. Bunlardan hangisinin en temiz kazanç yolu olduğu konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. İmâm Şâfiî, ticâreti tercih ederken, Mâverdî, tevekküle daha yakın olduğu gerekçesiyle ziraatı öne geçirmiştir. Müellif Nevevî ise, “zirâat ile sanat, ticâretten önde gelir. Çünkü ziraat ve sanat, kişinin el emeği, göz nuru ve alın teridir. Bu ikisinden de ziraat daha tercihe şâyândır. Zira faydası daha geneldir, insanlara, hayvanlara yöneliktir” demektedir. Hz. Âişe vâlidemiz sahâbe-i kirâm’ın, kendi işlerinin işçileri olduklarını dile getirmektedir. Hatta çalışıp terledikleri için Hz. Peygamber’in, “Keşke mescide yıkanıp gelseler” diye temenni ve tavsiyede bulunduğunu bildirmektedir bk. Buhârî, Büyû’ 15. Bu ve yukarıda zikredilen hadislerden açıkça anlaşıldığına göre, insanın görevi ve sosyal mevkii ne olursa olsun, kendi işini kendisinin görmesi, geçimini el emeği ve alın teriyle temin etmesi övgüye lâyık bir davranıştır. Özellikle büyük şehirlerin sıkıntılı hayatında, hele hele ekonomik şartların ağırlaştığı günümüz ortamında, el becerisi gelişmiş, ev, bağ-bahçe işlerini bizzat yapabilir, ufak-tefek tamirleri gerçekleştirebilir olmak, insanlar için her yönüyle önemli, faydalı ve kârlıdır. Tüketime değil, üretime yönelik büyük-küçük her çaba övgüye lâyıktır. Her işini kendisi yapan kimselere, “Kimseye beş kuruş vermez, her şeyi kendisi yapar, pinti, cimri..” gibi bir takım ithamlar yöneltmek asla doğru değildir. Herkes yapabildiği işi bizzat yapmalıdır. Tamir ücretlerinin nerede ise yeni eşyâ fiyatları düzeyine çıktığı günümüzde, evde ocakta onarılması gerekli işleri bizzat yapabilmek hem ekonomik hem de faydalı bir meşguliyettir. Unutmamak gerekir ki, Hz. Peygamber de elbisesini diker, ayakkabısını tamir eder ve hayvanını bizzat sağar, ev halkına ev işlerinde yardımcı olurdu. Sanayi, ticâret ve hatta zirâatın, kısaca, ekonomik hayatın ve işletmeciliğin uluslararası boyut kazandığı, kazanç yollarının hem mâhiyet hem de çeşit olarak arttığı bir ortamda elinin emeğiyle geçimini temin etme tavsiyesi yeterli midir diye akla bir soru takılabilir. Dinimiz, başkalarının imkânlarına göz dikerek onlardan isteyerek yaşamayı, 537. hadiste geçen çok zorunlu üç hal dışında, prensip olarak yasaklamıştır. Gerek bu suretle gerekse herkesin bizzat çalışıp rızkını temin etmesini teşvik etmek suretiyle sadece kişilerin insanlık onurunu korumayı amaçlamış değildir. Milletlerin, başka millet ve devletlere muhtaç olmadan, el-avuç açmadan kendi ihtiyaçlarını karşılayacak, ekonomik ve sosyal gelişmelerini sürdürecek, şevket ve devletini koruyacak yerli sanayilerini gerçekleştirmelerini de öğütlemiş olmaktadır. Yani dinimiz, dilenciliği fert çapında yasaklayıp da millet ya da ümmet bazında hoş görmüş değildir. Müslüman fertler için getirilen yasaklar, ümmet için öncelikle ve daha büyük boyutlarda getirilmiş demektir. Günümüzde İslâm ülkelerinin, sahip olduğu ekonomik imkânları malesef kendi irâdeleri ve gayretleriyle değerlendirememekte olmaları, gelişmiş ülkelerin sömürgesi konumunda bulunmaları yürekler acısı bir durumdur. Tabiî bu durum, yukarıdan beri açıklamaya çalıştığımız hadislerin ne kadar önemli, isâbetli ve kapsamlı tavsiyeler içerdiğinin de göstergesidir. HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ 1- En temiz ve helâl rızık, kişinin bizzat çalışarak yani el emeğiyle kazandığıdır. 2- Geçim temini için bizzat çalışmak övgüye lâyıktır. 3- Millet ve ümmetlerin kendi ihtiyaçlarını kendi gayretleriyle temin etmeleri, hem varlıkları hem de bağımsızlıkları açısından son derece önemlidir. 4- Fertler için kötü olan dilencilik, milletler için öncelikle kötü ve yüz karasıdır. 5- El emeği, göz nuru, alın teri tavsiyesi, yerli sanayiin gerçekleştirilmesi tavsiyesidir. 6- Peygamber Efendimiz, ümmetine daima şerefli bir fert ve ümmet hayatı için gerekli olan ikaz ve önerilerde bulunmuş, yol göstermiştir. Kaynak Riyazüs Salihin - Hadis-i Şerif Tercümesi, Erkam Yayınları İslam ve İhsan Allah-u Teala, bize armağan ettiği bu dünyanın üzerinde ve derinliklerinde her kese yetecek kadar nimetler ihsan etmiştir. Her ferdin ve canlının, nimetlerle donatılmış bu sofradan nasibini almaya ve aramaya hakkı vardır. Bu nasibi arayan ve kovalayan her kes Allah’ın takdir ettiği oranda rızkına nail olur ki bu rızkı Allah-u Teala her canlıya vermeyi üstüne almıştır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur وَمَا مِن دَآبَّةٍ فِي الأَرْضِ إِلاَّ عَلَى اللّهِ رِزْقُهَا “Yerde rızkı Allah'a ait olmayan hiçbir debelenen yoktur” Hud, 11/6 Allah’ın yeryüzündeki halifesi konumunda olan insan, bilgi, kültür, çalışma, emek…eylemi sonucunda sözü edilen bu rızkı kaynaklardan çıkararak kazanma yoluna gitmelidir. Çünkü yüce dinimiz İslam, insanlara mutlu bir hayat yaşamaları için rızıklarının peşinden gitmeyi de diğer bir takım emirler gibi müntesiplerine emretmiştir. İslam’da emek sarf edilerek mal kazanma, kişinin kimseye muhtaç olmadan hayatını sürdürebilmesi, çoluk çocuğunun nafakasını temin etmesi maksadıyla meşru yoldan çalışıp kazanması ibadet ve kutsal bir davranış olarak nitelendirilmiştir. İslam dininde, aslı ve tabii kazanç yolu emektir, alın teridir. Sevgili Peygamberimiz emeğin kutsallığına işaret eden veciz bir sözünde şöyle buyurmaktadır مَا أكَلَ أحَدٌ طَعَاماً قَطُّ خَيراً مِنْ أنْ يَأكُلَ مِنْ عَمَلِ يَدِهِ، “Hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlı bir şey yemiş değildir.” Buhari, Bûyû, 15 Yine kendisine en temiz kazancın ne olduğu sorulduğunda “kişinin kendi elinin emeği, bir de dürüst ticaretin kazancı.” Müsned, IV, 141 cevabını vermiştir. Hatta Peygamber efendimiz emek sarf edilerek, alın teri akıtılarak, harama bulaşmadan yapılan ticaretin rızkın onda dokuzu olarak telakki etmiştir. Emeğe ve alın terine büyük önem verip teşvik eden Resul-u Ekrem efendimiz bu emeği veren insanı da Allah’ın sevdiği kullar arasında göstermiştir. Söz konusu bu hadis de buna işaret etmektedir “Bir defasında Resulullah Tebük dönüşünde Sa’d b. Muaz ile karşılaşıp tokalaşmış, ellerinin nasırlanmış olduğunu görünce bunun sebebini sorumuş, o da “çoluk çocuğumun nafakasını temin için hurma bahçemde çalışıyorum.” Cevabını verince Hz. Peygamber Sa’d b. Muaz’ın elini öpmüş ve “İşte bu eller Allah’ın sevdiği ellerdir.” Buyurmuştur. DİA İlmihali, II, 409 Bu hadislerde övgüyle sözü edilen çalışmayı, sadece tarlada, bağ ve bahçede bedenen çalışma şeklinde algılamamak lazım. Bu emeği gerek beden gerekse zihin gücüne dayalı olarak sarf edilen her türlü emek ve çalışma şeklinde anlamak gerekir. İslam helal lokma kazanma uğruna verilen emeği, akıtılan alın terini kutsal olarak kabul etmiştir. Kur’an-ı Kerim’de لِّلرِّجَالِ نَصِيبٌ مِّمَّا اكْتَسَبُواْ وَلِلنِّسَاء نَصِيبٌ مِّمَّا اكْتَسَبْنَ “Erkeklere hak ettiklerinden bir pay vardır. Kadınlara da kendi kazandıklarından bir pay vardır.” Nisa, 4/32 denilerek emeğin önemi vurgulanmaktadır. Kur’an’ın bir başka ayetinde de وَأَن لَّيْسَ لِلْإِنسَانِ إِلَّا مَا سَعَى “İnsan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur.” Necm, 53/39 buyrulmuştur. Bu ayette esasen ahirette her kesin dünyada yaptığının karşılığını göreceğini ifade etmekte ise de aynı kuralın dünyevi çalışmalar hakkında da geçerli olduğu sonucu çıkarmak zor olmasa gerek. Söz konusu bu ayetlerden ve hadislerden anlaşıldığı gibi kişinin yiyeceği ve dolayısıyla aile fertlerine yedireceği en hayırlı ve helal lokma emek ve alın teri ile kazandığı lokmadır. Allah’ın bizden istediği ve rızasına uygun olan kazanç ta budur ki Peygamber efendimiz; انْ يَأخَذَ أحَدُكُمْ أحْبُلَهُ ثُمَّ يَأتِى الْجَبَلَ فَيَأتِى بِحُزْمَةٍ مِنْ حَطَبٍ عَلى ظَهْرِهِ فَيَبِيعُهَا، خَيْرٌ لَهُ مَنْ اَنْ يَسْألَ النَّاسَ، أعْطُوهُ أوْ مَنَعُوهُ “Muhakkak sizden birinizin sırtında odun toplaması, her hangi bir kimseden dilenmesinden hayırlıdır.” Buhari, Bûyû, 15 demek suretiyle buna işaret etmektedir. Dinimiz emeği, çalışmayı, alın teri akıtmayı kutsal kabul ettiği gibi bunu aynı zamanda ibadet olarak kabul etmiştir. Nitekim Peygamber’in de hazır bulunduğu bir yerde güçlü-kuvvetli birisi erkenden kalmış elinde kazma kürek çalışıyordu. Ashaptan bazıları “Ya Resulallah ne olurdu şu genç burada sohbette bulunsa da Allah yolunda mesai sarf etmiş olsa dediler. Resulullah bunun üzerine şöyle buyurdu “Böyle söylemeyin, eğer bu genç insanlara el açmamak, onlardan müstağni olmak, çoluk-çocuğunun nafakasını kazanmak için çalışıyorsa Allah yolundadır. Yaşlı ve zayıf düşmüş anne ve babasına yardımcı olmak, onların ihtiyaçlarını gidermek için çalışıyorsa Allah yolundadır.” Beyhaki, Sünen, VII, 479 Sevgili Peygamberimizden nakledilen bu hadis-i şerif İslam’ın ve de İslam peygamberinin emeğe, alın terine, helal lokma ve kazancına ne kadar önem verdiğini, tembelliği, gücü olduğu halde başkalarına muhtaç bir şekilde el açıp dilenmeyi, tasvip etmediğini en çarpıcı örneklerinden bir tanesidir. “Ensardan biri Peygambere gelip kendisinden dilendi. Peygamber efendimiz o kişiye “Evinde bir şey yok mudur? Diye sordu. Adam “Evet bir hasır ve bir de su kabımız vardır. dedi. Resulullah “Git onları bana getir.” Dedi. Onları getirince iki dirheme satmış. Dirhemleri de adama vererek dedi ki “Bir dirhemle çocuklarına yiyecek al, diğer dirhemle de bir balta satın al ve bana getir.” Adam baltayı getirince peygamber baltaya bir sap taktıktan sonra adama “Al götür onunla odun kes sat, geçimini sağla, seni on beş güne kadar görmeyeyim.” Buyurdu. Adam da gidip odunculuk yapmaya başladı ve peygamberin yanına on dirhem kazanmış olarak döndü. Peygamber efendimiz adama “Bu senin için, yüzünde dilencilik lekesi olduğu halde yanımıza gelmekten daha iyidir.” İbn Mace, Ticaret, 25 buyurdular. Buna göre her Müslümana yakışan ve kendisinden beklenen meşru yollardan emek sarf ederek, alın terini akıtarak mal mülk kazanarak geçimini sağlayarak kimseye muhtaç olmamasıdır. Bu durum hem bir ibadet hem de onurlu davranış ve yaşam şeklidir aynı zamanda. Fakat İslam bu çalışmaya, emeğe, alın terine dayanan kazanıma bir çerçeve koymuş onu da Hz. Peygamber şu hadisinde ifade etmektedir. مَنْ بَاتَ كَّ مِنْ عَمَلِهِ بَاتَ مَغْفُورًا لَهُ "Kim günlük çalışma sebebiyle geceyi yorgun geçirmişse, Allah'ın mağfiretine ermiş olarak sabahlar." İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları6/401. Yine bir başka hadiste “Helalinden kazanan kimse Allah’ın sevgili kuludur.” Acluni, Keşfü’l-Hafa, I, 349 Yani Hz. Peygamberin ifadesi ile bu çerçeve helal kazanç ile doldurulacak, haram kazanç ve lokmadan uzak durulacaktır. Çünkü İslam dini, çalışmaya olduğu kadar, helal ve meşru yoldan gelir temin etmeye de büyük önem vermektedir. Nasıl ki mal mülk sahibi olmanın tek yolu çalışmaksa aynı şekilde helal kazancın yegane yolu da yine helal yoldan çalışmaktır. Gerek Kur’an ayetlerinde gerekse Sevgili Peygamberimizin hadislerinde, inanan insanlar, helal yoldan ve alın teri ile kazanmaları teşvik edilmiş, helal ve temiz olan şeylerden yiyip-içmeleri ilgili ayet ve hadislerde şöyle tavsiye edilmiştir يَا أَيُّهَا النَّاسُ كُلُواْ مِمَّا فِي الأَرْضِ حَلاَلاً طَيِّباً وَلاَ تَتَّبِعُواْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ “Ey insanlar! Yeryüzünde bulunanların helâl ve temiz olanlarından yeyin, şeytanın peşine düşmeyin; zira şeytan sizin açık bir düşmanınızdır.” Bakara, 2/168 يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تُحَرِّمُواْ طَيِّبَاتِ مَا أَحَلَّ اللّهُ لَكُمْ وَلاَ تَعْتَدُواْ إِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبُّ الْمُعْتَدِينَ وَكُلُواْ مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّهُ حَلاَلاً طَيِّبًا وَاتَّقُواْ اللّهَ الَّذِيَ أَنتُم بِهِ مُؤْمِنُونَ “Ey inananlar, Allâh'ın size helâl kıldığı güzel ve temiz şeyleri harâm etmeyin, sınırı aşmayın. Çünkü Allâh, sınırı aşanları sevmez. Allah'ın size helâl ve temiz olarak verdiği rızıklardan yeyin ve kendisine iman etmiş olduğunuz Allah'tan korkun.” Maide, 5/87-88 Görüldüğü gibi ayetlerde, Allah’ın yaratmış olduğu rızıkların helal ve temiz olanlarından yenilip içilmesi, haram yoldan kazanıp yenilmesi ve şeytana uyulması yasaklanmıştır. Hz. Peygamber de Zekeriya’nın marangoz olduğuna, Davud’un da el emeğiyle geçindiğine değindikten sonra alın teri helal yoldan rızık temin etmenin kıymetine işaretle şöyle buyurmuştur مَا أَكَلَ أَحَدٌ طَعَاماً خَيْراً مِن أَنَ يَأْكُلَ مِن عمَلِ يَدِهِ ، وَإِنَّ نَبيَّ اللَّه دَاوُدَ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم كان يَأْكلُ مِن عَمَلِ يَدِهِ “Hiç kimse el emeğiyle kazandığından daha hayırlı bir lokma yememiştir.” Buhari, Bûyû, 15 İslam inancında kazanç yolları ayrı ayrı sayılarak aralarında üstünlük ve öncelik sıralaması yapılmayıp konu tamamen kişilerin ve toplumların şart ve imkanlarına, ihtiyaç ve kabiliyetlerine bırakılarak kendi tabii seyri içinde şekillenmesi istenmiştir. Ama ticaret, tarım, zanaat ve benzeri kazanç getiren meslekler hep öne çıkmıştır. İslam dini meşru çerçevede kalmak koşulu ile rızkın peşine gitmeyi emrettiği gibi emelsiz kazanç demek olan faiz, haksız kazanç temin etmenin başlıca yolları olan hırsızlık, gasp, rüşvet, ölçü ve tartıda hile, kumar haram kılınmış, zina gibi doğrudan haram işleyerek veya içki satımı gibi haramın işlenmesine yardımcı olunarak gelir elde edilmesi yasaklanmış, bu yollardan elde edilen gelir de değersiz ve hukuken korumasız mal kabul edilmiştir. Muhterem Müminler, İslam Peygamberi من استوى يوماه فهو مغبون “İki günü birbirine eşit olan aldanmıştır.” Diyerek İslam’ın çalışmaya, emeğe, kazanmaya verdiği değeri ortaya koymuştur. Biz müminlere düşen Hz. Peygamberin yolundan giderek hem dünyamız hem de ahiretimiz için emek sarf ederek, alın teri akıtarak, kimseye muhtaç olmamak için rızkımızı aramamızdır. Ama bu rızkımızı ararken daima Allah’ın bildirdiği emir ve yasakları düşünerek helal ve meşru olan kazancı elde etmemiz gerekir. Kendimizi ve ehlimizi haram lokmadan koruyarak Rabbimizin rızasına ve de va’d ettiği cennetine kavuşalım. Ve şunu unutmayalım kana bulaşan mikrop misali, mala ve bedene bulaşan haram lokma hem malın bereketini götürüp malı zayıflatır, hem de müslümanın imanını zayıflatmak suretiyle vicdansız, vurdum duymaz, hak ve hukuk dinlemeyen asi bir kul haline getirir. Rabbim bizi rızasından edecek olan haram lokmadan ve yanlış davranışlardan muhafaza buyursun. M. Zeki Uyanık Helal kazanç ve helal lokma dinimiz gereğince meşru olan işleri yapmak ve bu işlerden kazanç elde etmek anlamına gelmektedir. Kazancın ve yenilen lokmanın helal olması için, dinen izin verilen bir işte çalışılmalı ve bu işe Allah'ın haram kılmadığı işlerden biri olmalıdır. Bu işlerden kazanılan tüm paralar helal kazanç olarak nitelendirilir. Bunların dışında kalan tüm kazançlar haram olarak kabul edilir. Helal Lokma Nedir? İslam dini ve İslam ahlakının en önemli ilkelerinden biri helal kazançtır. Helal lokma bu kazançtan elde edilen rızkın yenilmesi anlamına gelir. Ana rahmine düşüldüğü andan itibaren helal rızık ve lokma devreye girer. Çocuğun gelişme sürecinde annenin tüm yedikleri ile beslendiği için bu çizgiye dikkat edilmesi tavsiye edilir. Dinimizde yediğimiz her yiyecek ve içecek için dikkat etmemiz buyrulmuştur. Dinimiz gereği helal kazanç elde den kişinin kazancı daha bereketli ve hayatı daha huzurlu olur. Helal Kazanç Nedir? Dinen kazanılan paranın helal olması oldukça önemlidir. Kazanılan paranın helal olması için Allah'ın izin verdiği işlerde çalışmak ve hile yapmamak gereklidir. Dinimizce haram kılınan işlerden kazanılan para haram olarak helal işlerde kazanılan para ise helal olarak nitelendirilir. Dinimiz gereği emek harcamadan, çalışmadan kazanılan tüm kazançlar haram olarak nitelendirilir. Arada çok ince bir çizgi bulunur ve Müslümanların buna dikkat etmesi istenir. Helal ve Haram Çalışarak kazanılan rızık dışında, ikram olan ve olmayan tüm yiyeceklerinde haram olup olmadığına dikkat edilmelidir. Dinimizin yasakladığı pek çok haram olan yiyecek ve içecekler bulunmaktadır. Bunları ikram olarak yemek ve içmekte haram lokma olarak algılanır ve dinimizce sakıncalı olarak görülmektedir. Önerilen İçerik Helal ve Haram Nedir, Ne Anlama Gelmektedir? / DİN Son zamanlarda akla hayale gelmeyecek yollarla çamur atıldığına bakmayın, dinimiz tertemiz bir dindir. Akaidi, amelleri, muamelâtı, ahlâkı hem tertemiz hem de temizleyicidir. Bu dinin mensuplarının da tertemiz olması gerekir. Bunun önemli bir unsuru da temiz rızıktır. Temizlik denilince sahabi efendilerimiz başta olmak üzere İslâm’ın ilk nesilleri kalp ve ahlâk temizliğini anlıyor olsalar da aklımıza ilk olarak dış temizlik gelir. Elbette bu da doğrudur. Müslümanın elbisesi, ibadet ettiği, oturduğu, yatıp kalktığı yer, işyeri, çevresi temizdir, temizde olmalıdır. Bunun gibi müminlerin yediği içtiği şeylerin de temiz ve helal olması gerekir. Hak Tealâ ve O’nun kutlu Peygamberi bizlere neyin temiz ve helal, neyin haram ve kirli olduğunu bildirmiştir. Bize de bunları öğrenip uygulamak düşer. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur “İslâm’ın farz olan temel ilimlerini öğrendikten sonra rızkını helâlinden kazanmak da farzdır.” Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebir, nr. 9994 Peki, rızık nedir? Öncelikle yediğimiz içtiğimiz her şey birer rızıktır, fakat bununla sınırlı değildir. Kullandığımız, istifade ettiğimiz her şey rızık olarak tarif edilebilir. Evimiz, işimiz, eşimiz, giydiğimiz elbiseler, bindiğimiz araçlar bizim rızkımızdır. Önemli olan rızkımızı hangi yolla elde ettiğimiz ve onlarla ne yaptığımızdır. Diğer taraftan rızık sadece görünen, gösterilebilen şeylerden de ibaret değildir. Hatta rızkın en değerlisi iman ve Cenâb-ı Hakk’ı bilen, seven bir kalptir. Ayrıca akıl, irade, hal ve sıfatlarımız da rızıktır. İçindekiler1 Helal Kazanç Çeşit Çeşit Rızık2 Helal Kazancı Kirletmemek ve Kirlenmemek3 Helal Kazanç İçin Çalışmak Bir Emir4 Altın Bilezik Helal Kazancın AnahtarıdırHelal Kazanç Çeşit Çeşit Rızık Kaynaklarımız rızkı dört başlık altında ele alır. Bunlar kitabî ifadeleriyle “mazmun”, “maksum”, “memlûk” ve “mev’ud” rızıklardır. Kısaca bakalım Mazmun ödenmiş rızık Allah Tealâ’nın kullarına ezelde takdir ettiği ölüm vakti gelene kadar vaat ettiği, ömrünü tamamlamaya yetecek kadar olan rızıktır. Bu rızka Allah Tealâ kefildir, ecel vakti gelene kadar kimse onu engelleyemez. Maksum taksim edilmiş rızık Birinci kısmın dışında, yani hayatını idame ettirecek kadar olandan fazla, Allah Tealâ’nın kuluna verdiği her türlü giyecek, içecek, bizzat kullandığı eşyalardır. Bu kısımda olan rızıklar da Allah Tealâ’nın takdirine göredir. Memlûk elde tutulan rızık Kulun elinde toplanan bütün malı mülkü, parası puludur. Kişi bunları kendi çabasıyla, sebeplere sarılarak ya da Allah Tealâ’nın doğrudan ihsan etmesiyle elde edebilir, fakat hepsi onun rızkı sayılmaz. Mesela milyonları olan biri servetinin tamamını kendisine harcayamaz. Mutlaka bir şekilde başkaları da ondan istifade eder. Hatta öldüğü vakit bu mallar çoluğuna çocuğuna ya da bir başkasına kalır, belki de onlar ilk sahibinden daha fazla faydalanır. Mev’ud vaat edilmiş rızık Bu rızık Allah Tealâ’nın sâlih kullarına ihsan etmeyi vaat ettiği rızıktır. Maddi ve manevi olabilir. Ayet-i kerîmede bu rızık çeşidi şöyle haber verilir “Kim Allah’tan korkarsa Allah ona bir kurtuluş yolu hazırlar ve ummadığı yerden rızıklandırır.” Talâk 2-3 Dikkat edilirse dört rızık çeşidi de Allah Tealâ’ya atfen tarif edilmektedir. Rezzâk-ı Hakiki, yani gerçekte rızkı veren, rızkın sahibi olan O’dur. Kul sadece yine O’nun bahşettiği akıl, irade, imkân ve kabiliyetlerle rızkı almakta, kullanmakta, belki geçici süreyle elinde tutmaktadır. Helal Kazancı Kirletmemek ve Kirlenmemek Hayatın her alanında kurallar vardır. İnsanın en özgür ve rahat olduğu yer evidir. Buna rağmen orada da pek çok kural vardır ki yaşanılabilir olsun. Yemek, düzen ve intizam, temizlik gibi ev halkının dikkat etmesi gereken pek çok sorumluluk bu kuralları gerekli kılar. Okulda, iş yerinde, sokakta, trafikte, devlette, dünya nizamında da böyledir. İnsanların koyduğu kurallar bazen eksik ya da yanlış olabilir. Allah Tealâ ise ezelî ve ebedî ilme sahiptir, kişiyi kendisinden iyi tanır. Bu sebeple O’nun koymuş olduğu ilâhî kanunlar ise kusursuzdur. Bu kurallara riayet etmek, helal daire içinde yaşamak hem dünya huzuru hem ahiret saadeti bakımından biricik yoldur. Bugün gerek fert olarak insanın, gerekse küresel seviyede insanlığın yaşadığı krizler bu hakikati teyit eder. Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de bildirildiği üzere insan nefsi kötülüğe eğilimlidir. Kuralları sevmez. Haram olan şeylere yatkındır. Yaşanan musibetlerin büyük ölçüde sebebi de budur. Hile, gasp, yalan, aldatma, zulüm gibi haramlara yakasını kaptırıp rızkını kirletenler hem başkalarına zarar verir hem de Allah Tealâ’nın gazabını üstüne çeker. Çünkü nefislerini rab edinmişler, Âlemlerin Rabbi’nin koyduğu sınırları çiğnemişlerdir. Bozuk niyetle kazanılan rızkın, haksız kazancın, gaflet ve öfkeyle yenilen içilen şeylerin bedenimize zarar verdiği, maneviyatımızı tükettiği, kalbimizi karartıp harama düşmemizi kolaylaştırdığı bildirilmiştir. Tecrübeyle de sabittir; haram kazanç amelleri zayıflatır, ibadet neşvesini alır ve yavaş yavaş ibadet şevk ve azmini yok eder. Fakat asıl bedel ahirette ödenecektir. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurur ki “Bazı insanlar vardır, Allah’ın mülkünden haksız şekilde mal edinmeye girişir. Halbuki bu kıyamet günü onlara bir ateştir, başka şey değil.” Buhârî, Humus 7 Helal Kazanç İçin Çalışmak Bir Emir Allah Tealâ rızkı takdir ettiği kadar verir demiştik. Fakat bu çalışmamıza, alın teri dökmemize, sebeplere sarılmamıza kesinlikle zıt ya da engel değildir. Hak Tealâ bu âlemin nizamında her şeyi bir sebep sonuç ilişkisi içerisinde yaratmıştır. Cenneti iman ve sâlih amellerimize, rızkı çalışmamıza, gece ve gündüzü dünyanın dönmesine, yağmuru bulutlara bağlamıştır. Bu sebeple yaşadığımız âleme “alem-i esbâb sebepler âlemi” de denilmiştir. Rızık konusunda da aynı hüküm geçerlidir. Allah Tealâ mazmun/ödenmiş rızkımızı, ezelî ilmiyle bizim gayret ve çabamızı bilmesi üzerine taksim etmiştir. Çünkü O’nun bilgisi zamanla sınırlı değildir; O’nun için geçmiş, şimdi ya da gelecek söz konusu çalışmayı emreder. “Gündüzü de çalışıp kazanma zamanı yaptık.” Nebe 11 buyurur. Kazanç yolları ise çok ve çeşitlidir. Kur’an-ı Kerim’de, “Biz sizi yeryüzünde yerleştirdik. Orada size geçim vasıtaları yarattık, geçim yolları verdik.” A’raf 10 buyurulur. Çalışan bir mümin işini Rabbi’nin rızasını kazanmak niyetiyle yaparsa sevap kazanır. Zamanımızın bir büyük mürşidi buyurur ki “Bir insan sabahleyin kalkıp güzelce bir abdest alsa, işine giderken de Ya Rabbi, sen Rezzâk-ı Mutlak’sın, bütün yarattıklarının rızkını mutlaka verirsin. Fakat rızık aramayı, çalışmayı sen emrettin. Biz senin emrine uyup rızkımızı aramaya gidiyoruz.’ diye niyet etse ve bu niyetle işine başlasa, bütün gün boyunca başını secdeden kaldırmayıp nafile namaz kılan kimse gibi sevap kazanır. İnsan için bunu yapmak çok kolaydır. Bu sevabı kazanmak için güzel niyet etmesi yeterlidir.” Altın Bilezik Helal Kazancın Anahtarıdır Müminin elinde bir sanatı, hüneri, bir uzmanlığı olması ne güzeldir! Dilimizde buna “kolunda altın bileziği olmak” denilir. Çünkü o bilezik bir ihtiyaç anında imdada yetişecek, ele güne muhtaç olmaktan muhafaza edecektir. Böyle bir hüner, uzmanlık helal rızka vesiledir. Rızkını kendi alın teriyle kazanan kişi hadis-i şeriflerde övülmüş ve müjdelenmiştir. Fakat meslek edinmenin, hüner sahibi olmanın da sınırları vardır. Dinimize uymayan haksız kazanç yollarından, çirkin işlerden, kısaca şeriatsızlıktan sakınmalıdır. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem müminleri bir meslek edinmeye teşvik ederek şöyle buyurmuştur “Allah Tealâ, kendisine bir meslek edinmiş ve insanlara muhtaç olmaktan kurtulmuş mümin kulu sever.” Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebir Bir başka hadisinde “Sizden birinin baltasını ve ipini alarak dağdan odun getirerek satıp parasıyla geçinmesi ve sadaka olarak vermesi, versinler veya vermesinler, insanlardan bir şeyler dilenmesinden çok daha hayırlıdır.” Âriflerden İbrahim el-Metbûlî kuddise sırruhû da şöyle demiştir “Sanatı olmayan kişiyi sevmem. Çünkü başkasından istemekten kurtaracak şey onun sanatıdır.” Ehlullahın büyüklerinden Ebû Süleyman ed-Dârânî kuddise sırruhû ise bu konudaki sûfîlerin net tavrını şöyle dile getirmiştir “Başkasının sağladığı imkânla nafile ibadet etmen makbul bir ibadet değildir. Evvela geçimini temin et, sonra nafile ibadet et.” Ticarete başlayan kişi güzelce niyet etmeli, yaptığı işin dinimize uygun olup olmadığını, alım satımında kazancına haram karışıp karışmadığını düşünmeli, var gücüyle dikkat etmelidir. Hainlik, aldatma, hırsızlık, hile, gasp gibi şeriat ve ahlâk dışı işlerden uzak durmalıdır. Dinimizin yasakladığı faiz, fiyatta ve malın vasfında belirsizlik, çifte satış gibi günümüzde yaygın haramlara düşmemelidir. Asla karaborsacılık ve stokçuluk yaparak Müslümanları zor durumda bırakmamalıdır. Alım satımla ilgili fıkhî hükümleri öğrenmeli, tereddüte düştüğü veya bilmediği meseleleri bir âlime sormalıdır. Hz. Ömer radıyallahu anh çarşı pazar yerlerini dolaşır ve oradakilere kamçısıyla uyararak; “Buralarda dinin hükümlerini iyi bilenler ticaret yapsınlar; yoksa bilmeden faiz yer, harama düşerler.” derdi. Kişi evvela kendi alışverişini düzelttikten sonra komşu esnafın hatalarını da münasip dille ve dostane ilişkilerle düzeltmeye çalışmalı, ilâhî ölçüleri yaymaya gayret etmelidir. Özetlersek; Yüce Rabbimiz bizim için türlü türlü nimetler yaratmış, yeryüzünü, güneşi, ayı hizmetimize vermiştir. Bu kadar nimet içerisinde haramlardan sakınmak, rızkımızın helal ve temiz olması için gayret ve çaba göstermeyi de bizden istemiştir. Namazlarımızı kurallarına göre kıldığımız gibi, zamanımızın çoğunu harcadığımız iş hayatımızı da dinimize uygun yapmamız gerekir. Üstelik sünnete uygun çalışma biçimi ibadet sevabına vesiledir.

helal kazancın önemi ile ilgili hadisler