5) DİL VE ANLATIM : Hikâyenin dili açık, akıcı ve günlük konuşma dilinden farklı olarak, etkili sözcük, deyim, atasözü ve tamlamalarla zenginleştirilmiş güzel bir dil olmalıdır. Anlatım ise: iki şekilde olur Hikâye kahramanlarından birinin ağzından yapılan anlatım “hikâyede birinci kişili YüksekÖkçeler Özeti Ömer SEYFETTİN. 1.KİTABIN KONUSU : Hikayenin sosyal bozulma olarak değerlendirilecek küçük bir anekdotta, yalıda çalışan ve çalışmak için alınan hizmetkarların hırsızlık yapmalarıdır. Hatice Hanım’ ın yüksek ökçeli ayakkabıları bu anekdotun hikayenin başında ortaya çıkmasını Hikâyenin Yapı Unsurları: a) Kişiler: Hikâyede yer alan olaylar, genellikle merkezde yer alan kişilerin çevresinde gelişir. Hikâyede kişiler, olay örgüsünde üstlendikleri işlevlere göre önemli hâle gelirler. Kişiler, olay örgüsü içindeki tutum ve davranışları ile bireysel veya toplumsal bazı değerleri temsil eder. 2. dil ve anlatımda süslü söyleyişe yöneliş yoktur. genellikle yalın anlatım kullanılır. 3. halkın içinden doğan eserler, konu, tema ve duyarlık bakımından halkın hayatına sıkı sı-kıya bağlıdır. 4. şairler, genellikle okumamış kişilerdir. 5. dörtlük birimi esastır. 5 Şiir ve düzyazı (nazım-nesir) karışık oluşturulmuştur. 6) Hikayelerde az da olsa masal ve destan unsurları görülür. (Destan geleneğinden halk hikâyeciliğine geçişin ilk ürünüdür.) 7) Çok temiz, güzel ve zengin bir dil kullanılmıştır. 8) Anlatım açık, yalın ve durudur. Kesinlik ifade eder. Vay Tiền Nhanh. Ömer Seyfettin’in en iyi bilinen ve birçok hikâyesini içinde toparladığı hikâye kitabına da ismini veren Yalnız Efe[1], Türk Edebiyat’ı klasikleri arasına girmiştir. Ayrıca Yalnız Efe’[2], Milli Eğitim Bakanlığı’nın ilköğretim öğrencileri için tavsiye ettiği 100 Temel Eser arasında yer alır. Sponsor Bağlantılar Yalnız Efe, Ömer Seyfettin’in haksızlığa karşı direnişi kahramanca anlatan ve okuyuculara hikâyeden dersler çıkartmasını sağlayan bir hikâye olması yönüyle önemli bir Olay Örgüsü Yalnız Efe’, Osmanlı Devleti’nin son yıllarında Kumdere isimli bir köyde yaşamakta olan Kezban, Yörük Hoca ve Eseoğlu isimli kişiler arasında geçen alacak-verecek sonucu gerçekleşen cinayetin sonucunda bir genç kızın dağlara çıkışını hikâye eder. Hikâye iki avcının yolda giderken avcılardan birisinin Kezban’ın hikâyesini anlatmasıyla başlar. Hikâyeyi genel olarak iki bölüme ayırarak inceleyebiliriz. Bu bölümler sebep-sonuç ilişkisi dâhilinde birbirini tamamlar. Birinci bölümde Yörük Hoca’nın, Eseoğlu’nun yakın çevredeki köylerde yaşayan insanları nasıl sömürdüğünü anlattır. Buna karşı yaşından dolayı bir şey yapamadığını sık sık dile getirir Yörük Hoca. İlk kısımda en önemli noktaların başında gelen yer ise köylülerle konuştuğu bölümde kendisinin bir zamanlar Eseoğlu’na borç verdiğini söylediği ve aradan üç yıl geçmesine rağmen Eseoğlu’nun borcunu hala ödemediğini dile getirdiği bölümdür. Hoca, yakında zalim, faizci, halka eziyet eden ve hükümetin desteğini de arkasına aldığı için herkesin korktuğu bu kişiden borcunu almaya gideceğini söyler. Bütün köylüler tedirgin olup Yörük Hoca’ya engel olmaya çalışsa da Yörük Hoca’yı caydıramazlar. Yörük Hoca sabah olunca Kasabaya ineceğini söyler ve dediğini gerçekleştirir. Kasabaya indiğini duyan köylüler ve kızı Kezban merakla ve korkuyla gelecek haberi beklerler. İşte hikâyenin merak unsurun yoğunlaştığı yerlerden birisi budur. İkinci bölümde Eseoğlu ile Yörük Hoca’nın karşılaştığı kısım olduğu gibi anlatılmaz. O anda daha çok köydeki merakla bekleyen Kezban’ın ruh halinden ve köylülerden bahsedilir. Yörük Hoca’ya olanlar daha sonra bir başkası tarafından anlatılır. Alacağı için zalim Eseoğlu’nun yanına giden Yörük Hoca, Eseoğlu’nun emri ile çiftlikte çalışan kâhyasının kardeşi tarafından öldürülür. Hocanın ölüm haberi Kezban’a ulaştırılır fakat kimin yaptığı ve nasıl yaptığı muallâktadır. Eseoğlu cinayeti örtbas etmek istemektedir. Hükümeti de arkasına almış olan Eseoğlu bu konuda fazla endişe duymaz. Cenazeyi almaya gelen Kezban’a çiftlikte çeşitli saygısızlıklar yapılır. Cenazeyi Kezban sabah hayvan pisliklerinin içinden alır. Kezban vuranı bulmaya karalıdır. Bunun için her yere başvurur; fakat hiçbir sonuç alamaz. Eseoğlu’nun çobanlarına da hep babasının nasıl vurulduğunu sorar. Sonunda saf bir çobandan babasını kimin vurduğunu öğrenir. Tüm bu olanlara içerleyen Kezban öfkesiyle ve babasından kalan intikam duygularıyla silah kuşanır ve dağlara çıkar. Kezban babasının öcünü alacağını herkese duyurur ve neler olacağını tüm köylüler merakla bekler. Hikâyede merak unsurunun yoğunlaştığı bir diğer nokta ise burasıdır. Kezban çiftliği basar, dediğini yapar ve babasının öcünü alır. Bundan sonraki tek hedefi ise köylüyü soyan, masum insanlara eziyet eden zalimlere karşı mücadele etmek olur. Hikâyenin sonu ise doğaüstü bir olayla biter. Askerle çatışmaya girmek istemeyen Yalnız Efe nur olup kaybolur. Doğaüstü bu olayla Ömer Seyfettin, kahramansı özellikler taşıyan hikâyesine mistik bir hava da katmış olur. B. Kişiler Hikâye genel olarak Kezban yani Yalnız Efe üzerine kurgulanmıştır. Olay örgüsünün şekillenmesinde Kezban, Yörük Hoca ve Eseoğlu rol oynar. Hasım olan kişi Eseoğlu; yönlendirici ise Yörük Hoca’dır. Saydığımız üç şahıs dışındaki kişi kadrosu ayrıntılı olarak kişilik yapılarıyla karşımıza çıkmazlar. Hasım güç olarak nitelendirdiğimiz Eseoğlu hikâyenin başlangıcında özetlenen tipik özellikleri bir vaka içerisinde çok ayrıntılı olarak geçmemesi bu tipin yansıtılması hususunda kısmen de olsa zayıf kalır. Çünkü başta sadece zalim, faizci vs.. birisi olduğundan bahsedilir. Kezban Hikâyenin başkişisi olan Kezban daha sonraları dağa çıkarak Yalnız Efe’ ismiyle halk içerisinde anılır. Başlangıçta çok güzel bir köylü kızı olarak tanıtılan Kezban, babasının tek mirasıdır. Kız olmasına rağmen çok kuvvetli, cesur ve merttir. Erkek gibi duruşu vardır ve evlenmemiştir. Köylülerin ısrarına rağmen evlenme taraftarı değildir ve evlenmez de. Babasının öldürülmesinin ardından sorumluları arar. Eseoğlu’nun aptal çobanlarından birinden asıl katili ve kimin yaptığımı öğrenir. Eseoğlu’ndan korkan köylüler ona karşı cephe almak istemezler. Kezban her türlü resmi yolu denese de sonuç çıkmaz. Bunun üzerine Kezban kararını verip dağlara çıkar. İntikam duygularıyla dağlara çıkıp silah kuşanan yiğit kız öcünü alır. Bundan sonra kendisini zalimlere karşı halkı koruyan biri olmaya adar. Bunun üzerine halk ona Yalnız Efe ismini verir. Kız olduğu için hiçbir erkeğe kendini göstermemesi dikkat çeken bir başka noktadır. Her ne kadar hükümet adamı olarak tanınan Eseoğlu’na karşı mücadele eden Kezban, Hükümete karşı değildir. Eseoğlu hükümeti de emniyeti elinde bulundurduğunu ve bölgenin asayişini sağladığını söylemesiyle yanına çeker ve göz boyar. Dolayısıyla Kezban hükümete hizmet eden askere karşı değildir. Onun sıkıntısı sadece Eseoğlu gibi zalimlerdir. Hikâyenin sonunda da askerlerin kendisine teslim olmasını söylediğinden onlarla çatışmaya girmek istemediğini söyler Kezban. Askerler isteklerinde ısrar edince Kezban orada nur olup kaybolur. Bu yönüyle Kezban’a diğer adıyla Yalnız Efe’ye mistik ve dini bir şahsiyet de yüklenmiştir. Eseoğlu Eseoğlu; imansız, dinsiz, merhametsiz bir faizcidir. İnsanları borç altına alarak onları dilediği gibi sömüren ve hükümeti de sözde bölgenin güvenliğini sağladığı için arkasına alan Eseoğlu hikâyenin ilerleyen bölümlerinde Yörük Efe’nin cinayetini işlettiren kişi olarak da karşımıza çıkar. Hikâyedeki kötü kişiyi temsil eden Eseoğlu, hikâye boyunca direk olarak konuşturulmaz. Her zaman bir başka ağızdan yaptıkları anlatılır. Hikâye sonunda Eseoğlu, Kezban tarafından öldürülür. Yörük Hoca Hikâyenin şekillenmesinde ve olay örgüsünde neden-sonuç ilişkisinin kurulmasında etkili olan kişidir. Köydeki saygı duyulan bilgili birisidir. Birçok savaşa katılmış olması da ona ayrı bir misyon yükler. Kezban’ın babası olduğu için, o öldürüldükten sonra Kezban, Yörük Efe’nin intikamını almak için dağlara çıkar. Hep haksızlığa karşı koyan ve halkı da bu doğrultuda öğütleyen Yörük Efe, Eseoğlu’nun emriyle kâhyası tarafından öldürülür. C. Zaman İlk olarak zaman iki avcının sohbetinden açılıp birinin diğerine Yalnız Efe’nin hikâyesini anlatmasıyla başlar. Bu noktadan sonra hikâye başlar ve geçmişe yönelik bir hikâye ortaya çıkar. Hikâye içindeki zamanı şu şekilde inceleyebiliriz Yalnız Efe’de tarihi olarak zaman hikâye içerisinde verilen ipuçlarıyla tahmin edilebilir. Osmanlı Devleti’nin son zamanları diyebileceğimiz bir dönemde geçen zamandan bahsedilmektedir. Bunu hikâye içerisindeki ülkenin içerisindeki sosyal karmaşadan, emniyetsiz ortamdan anlayabiliriz. Hikâyenin ferdî zamanı kısa bir süre içerisinde gerçekleşir. Her ne kadar Kezban’ın dağlara çıkmasından sonraki süre net bir şekilde verilmediyse de olayların geçtiği süre çok kısa tutulur. Bunu hikâyedeki olayların gerçekleştiği zamandan görebiliriz. Köylüleri evinde toplayan Yörük Hoca, yarına Eseoğlu’ndan alacağı için yanına gideceğini söyler. Diğer gün gider ve orada öldürülür. Kezban haberi alır almaz Eseoğlu’nun çiftliğine gider, cenazeyi alır, hakkını arar fakat sonuç alamaz ve dağlara çıkıp intikamını alır.’ İşte bu kısa sürede gerçekleşen olaylar zaman kavramının hikâyede kısa tutulmasına sebep olmuştur. Hikâyenin sonunda avcılara dönülünce tekrar gerçek zamana dönülmüş olur. Temelde zaman, hikâyenin bir avcıya başka bir avcıya hikâye edilmesi kadardır. D. Mekân Hikâyedeki geniş zaman avcıların birbirlerine hikâyeyi anlatması kadardır; ancak anlatılan hikâye içerisindeki geniş zaman ise Kezban’ın yaşadığı köy ile Eseoğlu’nun kaldığı kasabadır. Olaylar bu iki mekân arasında sık olarak yaşanmıştır. Daha sonraları Kezban’ın dağlara çıkmasıyla mekân kavramında genişleme olmuştur. Tasvirlerde fazla ayrıntıya girmeyen Ömer Seyfettin bu noktada kısmen de olsa mekânların tanıtılmasında yetersiz kalmıştır. Zaten Ömer Seyfettin, genel anlamda hikâyelerinde ayrıntılı tasvirlere yer vermez. Bunun yerine olaylara yoğunlaşır. Hikâyede en fazla tasvirde bulunulan yer ise Yörük Hoca’nın köylüleri misafir ettiği gece evin içerisindeki insanları ve eşyaları tasvir ettiği bölümdür. E. Bakış Açısı ve Anlatıcı Hikâyenin anlatıcısını incelerken değinmemiz gereken en önemli nokta hikâye içinde hikâye olmasıdır. Ana hikâye iki avcının ava çıkmasıdır. İki avcının yoldaki sohbetleri direkt kahramanların ağzından ben diliyle verilmiştir. Çerçeve hikâye ise avcılardan birinin diğerine Yalnız Efe’nin hikâyesini anlatmasıdır. Avcı hikâyesini anlatmaya başlarken her şeyi daha önceden bildiği için geçmişe ve geleceğe hâkim bakış açısına sahip bir anlatıcıdır. Bu noktada tanrısal ilâhi bakış açısı olduğunu görüyoruz. Anlatıcı hikâyede olayları direkt olduğu gibi aktarmıştır. Nadirde olsa olaylara kişisel görüşünü belirtse de genel olarak olaylara müdahale etmemiştir. Kendi düşüncelerinden ziyade Kezban’ın ve diğer kişilerin duygularını iç çözümleme yöntemiyle dile getirmiştir. Örneğin Kezban’ın babasının öldürülmesinden sonra Eseoğlu’na duymuş olduğu nefret duygusunu veya hakkını arayıp adaletin yerini bulacağına inancı bu yöntemle dile getirilmiştir. Hikâyede çoğul bakış açısı olduğunu da görmekteyiz. Ömer Seyfettin’in hikâyelerinin birçoğunda kullandığı bu bakış açısını Yalnız Efe’de de görüyoruz. Örneğin hikâyeyi önce ilahi bakış açısıyla anlatır, ardından hikâyenin başkişisinin ağzından anlatır. En sonda ise tekrar ilâhi bakış açısına döner. Hikâyeyi anlatım tutumu açısından değerlendirdiğimizde yaşanılan bir haksızlığa karşı çıkışla karşılaşırız. Hikâyenin tezi, Haksızlıklara ve zorbalıklara karşı çıkılırken yapılan fedakârlıkların sonucunun her zaman ödüllendirileceğidir’.Bu durum hikâyenin daha çok toplumsal meseleleri ele alan bir yapıda olduğunu göstermektedir. Yapılan fedakârlıkları iki boyutta ele almak gerekir. Birincisi, babasının öldüren zalimlere karşı koyarak ezilen halkı bu zorbalıklardan ve zalimlerden kurtarmaktır. İkincisi ise dağlara çıkararak yaşadığı çevredeki insanlar için bu insanlardan daha zor şartlarda yaşamasıdır. F. Sonuç Yalnız Efe’, genelde bir cinayetten sonraki öç alma hikâyesi gibi görülmekle beraber, özelde haksızlıklara ve zulme karşı çıkışın hikâyesidir. DİPNOTLAR [1] İncelememizde hikâyenin Kevser Topkar Terzioğlu tarafından yayına hazırlanan Ömer Seyfettin – Yalnız Efe adlı kitapta yer alan metni kullanılmıştır.[2] Yalnız Efe kitabı içindeki hikâyeler şunlardır Yalnız Efe, Vire, Üç Nasihat, Eleğimsağma, Ferman, Kurbağa Duası, Diyet, Topuz, Rüşvet [Kevser Topkar Terzioğlu, Yalnız Efe, Fide yayınları, İstanbul 2007, s. 96]. MUSA TILFARLIOĞLU tarafından “Makale Yarışması” için yazılmıştır… Türk Edebiyatı - Dil ve Anlatım, Diksiyon ve Hitabet Dersleri Ünitelendirilmiş Yıllık Ders PlanlarıPublished on Mar 17, 20152014-1015 Eğitim Öğretim Yılı Türk Edebiyatı - Dil ve Anlatım, Diksiyon ve Hitabet Dersleri Ünitelendirilmiş Yıllık Ders Planları Kitapçığıomerfarukgurses Bu yazımızda Ömer Seyfettin'in Forsa ve incelemesi yer alıyor. Edebiyatımızda klasik vak'a hikayeciliğinin öncü ismi Ömer Seyfettin konularını Osmanlı tarihinden, askerlik ve çocukluk anılarından alan pek çok hikayesinde milli ve manevi değerleri işlemiştir. Forsa / Ömer Seyfettin Akdeniz’in, kahramanlık yuvası sonsuz ufuklarına bakan küçük tepe, minimini bir çiçek ormanı gibiydi. İnce uzun dallı badem ağaçlarının alaca gölgeleri sahile inen keçi yoluna düşüyor, ilkbaharın tatlı rüzgarıyla sarhoş olan martılar, çılgın bağrışlarıyla havayı çınlatıyordu. Badem bahçesinin yanı geniş bir bağdı. Beyaz taşlardan yapılmış kısa bir duvarın ötesindeki harabe vadiye kadar iniyordu. Bağın ortasındaki yıkık kulübenin kapısız girişinden bir ihtiyar çıktı. Saçı sakalı bembeyazdı. Kamburunu düzeltmek istiyormuş gibi gerindi. Elleri, ayakları titriyordu. Gök kadar boş, gök kadar sakin duran denize baktı, baktı. – Hayırdır inşallah! dedi. Duvarın dibindeki taş yığınlarına çöktü. Başını ellerinin arasına aldı. Sırtında yırtık bir çuval vardı. Çıplak ayakları topraktan yoğrulmuş gibiydi. Zayıf kolları kirli tunç rengindeydi. Yine başını kaldırdı. Gökle denizin birleştiği dumandan çizgiye dikkatle baktı, Ama görünürde bir şey yoktu. Bu, her gece uykusunda onu kurtarmak için birçok geminin pupa yelken geldiğini gören zavallı eski bir Türk forsasıydı. Tutsak olalı kırk yılı geçmişti. Otuz yaşında, dinç, levent, güçlü bir kahramanken Malta korsanlarının eline düşmüştü. Yirmi yıl onların kadırgalarında kürek çekti. Yirmi yıl iki zincirle iki ayağından rutubetli bir geminin dibine bağlanmış yaşadı. Yirmi yılın yazları, kışları, rüzgârları, fırtınaları, güneşleri onun granit vücudunu eritemedi. Zincirleri küflendi, çürüdü, kırıldı. Yirmi yıl içinde birkaç kez halkalarını, çivilerini değiştirdiler. Ama onun çelikten daha sert kaslı bacaklarına bir şey olmadı. Yalnız aptes alamadığı için. üzülüyordu. Hep güneşin doğduğu yanı sol ilerisine alır, gözlerini kıbleye çevirir, beş vakit namazı gizli işaretle yerine getirirdi. Elli yaşına gelince, korsanlar onu, “Artık iyi kürek çekemez!” diye bir adada satmışlardı. Efendisi bir çiftçiydi. On yıl kuru ekmekle onun yanında çalıştı. Tanrıya şükrediyordu. Çünkü artık bacaklarından mıhlı değildi. Abdest alabiliyor, tam kıblenin karşısına geçiyor, unutmadığı âyetlerle namaz kılıyor, dua edebiliyordu. Bütün umudu, doğduğu yere, Edremit’e kavuşmaktı. Otuz yıl içinde bir an bile umudunu kesmedi. “Öldükten sonra dirileceğime nasıl inanıyorsam, öyle inanıyorum, elli yıl tutsaklıktan sonra da ülkeme kavuşacağıma öyle inanıyorum!” derdi. En ünlü, en tanınmış Türk gemicilerdendi. Daha yirmi yaşındayken, Tarık Boğazı’nı geçmiş, poyraza doğru haftalarca, aylarca, kenar kıyı görmeden gitmiş, rast geldiği ıssız adalardan vergiler almış, irili ufaklı donanmaları tek başına hafif gemisiyle yenmişti. O zamanlar Türkeli’nde nâmı dillere destandı. Padişah bile onu, saraya çağırtmıştı. Serüvenlerini dinlemişti. Çünkü o, Hızır Aleyhisselâm’ın gittiği diyarları dolaşmıştı. Öyle denizlere gitmişti ki, üzerinde dağlardan, adalardan büyük buz parçaları yüzüyordu. Oraları tümüyle başka bir dünyaydı. Altı ay gündüz, altı ay gece olurdu! Karısını, işte bu, yılı bir büyük günle bir büyük geceden oluşan başka dünyadan almıştı. Gemisi altın, gümüş, inci, elmas, tutsak dolu vatana dönerken deniz ortasında evlenmiş, oğlu Turgut, Çanakkale’yi geçerken doğmuştu. Şimdi kırk beş yaşında olmalıydı. Acaba yaşıyor muydu? Hayalini unuttuğu, karlardan beyaz karısı acaba sağ mıydı? Kırk yıldır, yalnız taht yerinin, İstanbul’un minareleri, ufku, hayalinden hiç silinmemişti. “Bir gemim olsa gözümü kapar, Kabataş’ın önüne demir atarım” diye düşünürdü. Altmış yaşını geçtikten sonra efendisi, onu sözde özgür kıldı. Bu özgür kılmak değil, sokağa, perişanlığa atmaktı, Yaşlı tutsak bu bakımsız bağın içindeki yıkık kulübeyi buldu. İçine girdi. Kimse bir şey demedi. Ara sıra kasabaya iniyor, yaşlılığına acıyanların verdiği ekmek paralarını toplayıp dönüyordu. On yıl daha geçti. Artık hiç gücü kalmamıştı. Hem bağ sahibi de artık onu istemiyordu. Nereye gidecekti? Ama işte, eskiden beri gördüğü rüyaları yine görmeye başlamıştı. Kırk yıllık bir rüya… Türklerin, Türk gemilerinin gelişi…Gözlerini kurumuş elleriyle iyice ovdu. Denizin gökle birleştiği yere baktı. Evet, geleceklerdi, kesindi bu, buna öylesine inanıyordu ki… – Kırk yıl görülen bir rüya yalan olamaz! diyordu. Kulübe duvarının dibine uzandı. Yavaş yavaş gözlerini kapadı. İlkbahar bir umut tufanı gibi her yanı parlatıyordu. Martıların, “Geliyorlar, geliyorlar, seni kurtarmaya geliyorlar!” gibi işittiği tatlı seslerini dinleye dinleye daldı. Duvar taşlarının arkasından çıkan kertenkeleler üzerinde geziniyorlar, çuvaldan giysinin içine kaçıyorlardı, gür, beyaz sakalının üstünde oynaşıyorlardı. Yaşlı tutsak rüyasında, ağır bir Türk donanmasının limana girdiğini görüyordu. Kasabaya giden yola birkaç bölük asker çıkarmışlardı. Al bayrağı uzaktan tanıdı. Yatağanlar, kalkanlar güneşin yansımasıyla parlıyordu. Bizimkiler! Bizimkiler! diye bağırarak uyandı. Doğruldu. Üstündeki kertenkeleler kaçıştılar. Limana baktı. Gerçekten, kalenin karşısında bir donanma gelmişti. Kadırgaların, yelkenlerin, küreklerin biçimine dikkat etti. Sarardı. Gözlerini açtı. Yüreği hızla çarpmaya başladı. Ellerini göğsüne koydu. Bunlar Türk gemileriydi. Kıyıya yanaşıyorlardı. Gözlerine inanamadı. “Acaba rüyada mıyım?” kuşkusuna kapıldı. Uyanıkken rüya görülür müydü? İyice inanabilmek amacıyla elini ısırdı. Yerden sivri bir taş parçası aldı. Alnına vurdu. Evet, işte hissediyordu. Uyanıktı. Gördüğü rüya değildi. O uyurken, donanma burnun arkasından birdenbire çıkıvermiş olacaktı. Sevinçten, şaşkınlıktan dizlerinin bağı çözüldü. Hemen çöktü. Karaya çıkan bölükler, ellerinde al bayraklar, kaleye doğru ilerliyorlardı. Kırk yıllık bir beklemenin son çabasıyla davrandı. Birden kemikleri çatırdadı. Badem ağaçlarının çiçekli gölgeleriyle örtülen yoldan yürüdü. Kıyıya doğru koştu, koştu. Karaya çıkan askerler, ak sakallı bir ihtiyarın kendilerine doğru koştuğuna görünce – Dur! diye bağırdılar. İhtiyar durmadı, bağırdı – Ben Türküm, oğullar, ben Türküm. – … Askerler onun yaklaşmasını beklediler. İhtiyar, Türklerin yanına yaklaşınca önüne ilk geleni tutup öpmeye başladı. Gözlerinden yaşlar akıyordu. Haline bakanlar üzülmüşlerdi. Biraz heyecanı dinince sordular – Kaç yıldır tutsaksın? – Kırk! – Nerelisin? – Edremitli. – Adın ne? – Kara Memiş. – Kaptan mıydın? – Evet… İhtiyarın çevresindeki askerler birbirine karıştı. Bir çığlıktır koptu. “Bey’e haber verin!… Bey’e haber verin!” diye bağrışıyorlardı. İhtiyarın kollarına girdiler. Kuş gibi deniz kenarına uçurdular. Bir sandala koydular. Büyük bir kadırgaya çıkardılar. Askerin içinde onun kahramanlık serüvenlerini bilmeyen, ününü duymayan yoktu. Biraz güvertede durdu. Sevinçten şaşırmış, aptallaşmıştı. Ayağına bir çakşır geçirdiler. Sırtına bir kaftan attılar. Başına bir kavuk koydular. – Haydi, Bey’in yanına! dediler. Onu kadırgaya getiren askerlerle birlikte büyük geminin kıçına doğru yürüdü. Kara palabıyıklı, sırmalı giysisinin üzerine demir, çelik zırhlar giymiş iri bir adamın karşısında durdu. – Sen kaptan Kara Memiş misin? – Evet! dedi. – Hızır Aleyhisselam’ın geçtiği yerlerden geçen sen misin? – Benim. – Doğru mu söylüyorsun? – Niye yalan söyleyeceğim? – Aç bakayım sağ kolunu. İhtiyar, kaftanın altından kolunu çıkardı. Sıvadı. Bey’e uzattı. Pazısında haç biçiminde derin bir yara izi vardı. Bu yarayı, gecesi altı ay süren bir adadan karısını kaçırırken almıştı. Bey, ellerine sarıldı. Öpmeye başladı. – Ben senin oğlunum! dedi. – Turgut musun? – Evet… İhtiyar tutsak sevincinden bayılmıştı. Kendine gelince oğlu, ona – Ben karaya cenk için çıkıyorum. Sen gemide rahat kal, dedi. Eski kahraman kabul etmedi – Hayır. Ben de sizinle cenge çıkacağım. – Çok yaşlısın baba. – Ama yüreğim güçlüdür. – Rahat et! Bizi seyret! – Kırk yıldır dövüşü özledim. Oğlu, babasının ellerine varıp; vatanını, sevdiklerini göremeden seni tekrar kaybetmeyelim baba diye yalvararak, öptü. İhtiyar, kafasını kaldırdı, göğsünü kabarttı, daha bir gençleşmiş gibiydi. Bayrağı işaret ederek – Şehit olursam bunu üzerime örtün! Vatan al bayrağın dalgalandığı yer değil midir? FORSA HİKAYESİNİN İNCELEMESİ Konusu Esaret altında yaşayan yaşlı bir Osmanlı gemicisinin yıllar sonra özgürlüğüne kavuşması. Teması Umut, inanç, hürriyet Özeti Yaşlı bir Osmanlı gemicisi düşmanlara esir düşer. Esareti boyunca umudunu hiç kaybetmez. Hep, bir gün Osmanlı gemilerinin gelip kendisini kurtaracağını ümit eder. Esaretinin son günlerinde iyice yaşlandığı için onu yalnız bir adaya bırakırlar. Bir gün ufukta Osmanlı gemilerinin adaya yaklaştığını görür. Üstelik gelen geminin kaptanı kendi öz oğludur. Olay Örgüsü Kara Memiş adındaki tutsak bir ihtiyar adamın denize doğru yönelmesi ve sakin denize bakması İhtiyarın tanıtılması, neden esir olduğu ve geçmişte yaşadıkları İhtiyar adamın rüya görmesi ve Türk donanmasının adaya gelişi Forsa olan ihtiyarın rüya ile gerçek arasında bocalaması ve askerlere doğru koşması İhtiyarın Türk askerleriyle buluşması ve kendini tanıtması Askerlerin ihtiyarı kaptanın yanına götürmeleri Kaptanın yaşlı adamın babası olduğunu öğrenmesi İhtiyar tutsağın bayılması Yaşlı adamın askerlerle savaşa katılmak istemesi tarafından hazırlandı YAPI UNSURLARI Forsa adlı hikayede olayları birbirine bağlayan unsurlar hikayenin de yapısını oluşturan kişiler, zaman ve mekandır. Kişiler, Zaman ve Mekan Hikayedeki Kara Memiş,Turgut, korsanlar, efendi, bağcı,Türk askerleri kişileri; otuz sene, kırk sene, altmış yaşında gibi yuvarlak ifadeler zamanı; korsan gemisi, ada ve Türk gemisi de olayların geçtiği mekanları göstermektedir. Forsa adlı hikayede anlatılanların gerçek hayatta aynen yaşanması mümkün metinde anlatılanlar ’kurmaca gerçeklik’’tir. Doğal gerçeklik olarak düşünülse bile aynı olay örgüsüyle kişilerle, zaman ve mekanlarıyla anlatılanların aynen yaşanması mümkün değildir. ’’İnsana özgü gerçeklik’’ söz grubu,insana ait her şeyi,onun hayal,tasarı,izlenim ve düşüncelerini de içine alarak ifade eden gerçekliği ortaya koymaktadır. Kişiler ve Özellikleri Hikayenin Kahramanı Kara Memiş Mekan ve Özellikleri Forsa adlı hikayedeki mekanlar ve özellikleri şu şekildedir; Korsan Kadırgaları Kara Memiş’in kürek mahkumu olduğu mekan. Akdeniz kıyısındaki ada Kara Memiş’in esir olarak satıldığı ve ömrünün geri kalanını geçirdiği mekan. Kulübe Kara Memiş’in özgürlüğüne kavuştuktan sonra yaşadığı mekan. Kasaba Kara Memiş’in acıktığında gittiği ada kasabası. Büyük Türk Kadırgası Kara Memiş’in oğlu Turgut’la karşılaştığı mekan. Forsa hikâyesini farklı bir mekânda yeniden kurgularsak hikâye aynı etkiyi göstermez. Çünkü metindeki kişiler ve mekanlar bir bütünlük oluşturacak şekilde kurgulanmıştır. Farklı mekanlar bu bütünlüğü bozacağı için hikaye aynı anlam bütünlüğüne ve etkiye sahip olmaz. Zaman Forsa adlı hikayedeki zaman ifadelesi olarak şu şekilde örnek verebiliriz *Bu ’her gece’’ uykusunda kendisini kurtarmak için birçok gemilerin pupa yelken gelmediğini gören zavallı eski bir Türk forsasıydı. Zaman, metindeki yapıyı tamamlamak amacıyla kullanılan unsurlardan biridir. Anlatıcı ve Bakış Açısı Hikaye 3. kişili anlatıcı tarafından anlatılmıştır. Anlatıcı olayların öncesi ve sonrasını; kahramanların iç dünyalarına kadar bilen ilahi bakış açılı hakim anlatıcıdır. Yazar Hakkında ÖMER SEYFETTİN 1884 – 1920 Edebi Kişiliği Maupassant klasik vak'a öyküsü tarzı olay hikâyeciliğinin bizdeki en büyük ismidir. Hikâyeciliği meslek olarak gören ilk sanatçıdır. Milli Edebiyat akımının öncü kişilerindendir. Ziya Gökalp ve Ali Canip Yöntem'le birlikte Selanik'te 11 Nisan 1911'de Genç Kalemler dergisini çıkarır. Bu dergide yayımladığı "Yeni Lisan" makalesinde dilin sadeleştirilmesi gerektiğini savunan Ömer Seyfettin divan edebiyatı, Tanzimat, Servetifünun ve Fecriati edebiyatı sanatçılarına yer yer ağır eleştirilerde bulunur. Genç Kalemler dergisinde ilk kez Milli Edebiyat kavramına yer verilir. Milliyetçilik, bu dergiyle edebiyatta başlamış olur. Türkçülük akımının kurucularındandır. “Toplum için sanat” anlayışıyla milli değerlere yönelmenin önderliğini yapmıştır. Uzun cümlelerden, söz oyunlarından, yabancı sözcük ve tamlamalardan kaçınmış, konuşma ve yazı dili arasında bir uyum kurmaya çalışmıştır. Realizm akımının etkisi altındadır. Hikâyelerinde milli bilinci uyandırma ve güçlendirme amacı taşımıştır. Mizahtan da yararlanarak toplumdaki aksayan yönleri eleştirmiştir; bu bakımdan hikâyeleri toplumsal hiciv ka­rakteri taşır. Konuşma dilini yazı diline uygulamayı amaçlamıştır. Hikâyeleri teknik açıdan zayıftır, tasvirlere, psikolojik tah­lillere önem vermez, daha çok olayı ön plana çıkarır. Hikayelerinin konularını Milli tarih daha çok Osmanlı tarihi Çocukluk anıları Askerlik anıları ve günlük hayat oluşturur. Kısa cümlelere dayanan okurun dikkat ve heyecanını canlı tutan bir anlatımı vardır. Ömer Seyfettin'in öyküleri çoğunlukla beklenmedik sürpriz bir sonla biter. Hikâyelerinde menkıbe, efsane, destan, halk fıkraları ve tarihten yararlanmıştır. Kitaplaştırmadığı az sayıda şiiri de vardır. Efruz Bey ve Yalnız Efe adlı eserleri “uzun hikâye”, “roman” olarak da değerlendirilmektedir. Yaklaşık 160 hikayesi vardır. ESERLERİ Şiirleri Ömer Seyfettin'in Şiirleri 1972, Fevziye Abdullah Tansel derlemesi Romanları Ashâb-ı Kehfimiz 1918 Efruz Bey 1919 Foya Yarım kalan roman denemesi Sultanlığın Sonu Yarım kalan roman denemesi Yalnız Efe 1919, 1988 ➜İncelemesi için tıklayınız İnceleme Milli Tecrübelerden Çıkarılmış Ameli Siyaset 1912 Yarınki Turan Devleti 1914 Türklük Mefkuresi 1914 Türklük Ülküsü ilk 3 kitap birarada ölümünden sonra, 1975 Ömer Seyfettin hikayeleri özellikleri, kısaca özetleri bu yazımızda yer almaktadır. Ömer Seyfettin’in hikayelerinin isimlerini öğrenebilirsiniz. Ayrıca hikayelerinin incelenmesi ve özellikleri hakkında kısaca madde madde bilgileri de yazımıza ekledik. Bunun yanında Ömer Seyfettin’in hayatına da kısaca yer verdik. Bilinen en önemli Ömer Seyfettin Hikayeleri aşağıda yer almaktadır ve diğer hikayeleri de başlık halinde liste şeklinde yazılmıştır. Bilinen Ömer Seyfettin HikayeleriÖmer Seyfettin Kimdir? Kısaca Bilinen Ömer Seyfettin Hikayeleri Ömer Seyfettin hikayeleri liste halinde paylaşılmıştır. Beyaz Lale Beyaz Lale, Balkan Savaşları sırasında Bulgar asıllı bir binbaşının Türk köylerinde yapmış olduğu işkenceleri ortaya koyan bir eserdir. Köylerde bulunan Türkleri vaftizleyip Hristiyan yapıp, nasıl öldürdükleri de anlatılmaktadır. Yalnız Efe Eşkıya tarafından öldürülen babasının intikamını almaya çalışan genç bir kızın destansı hikayesini anlatıyor. Perili Köşk Ev sahibi peri kılığına girerek ev sahiplerini korkutuyor ve evinden kaçırtılması anlatılmaktadır. Bomba 1900’lı yıllarda Makedonya bölgelerinde yaşayan Boris adında bir gencin başından geçen siyasi olaylar anlatılır. Falaka Yaşlı bir hoca efendinin sürekli yalan yere yemin etmesi sonucu düştüğü komik durumları anlatan bir hikayedir. Forsa Yıllarca esir altında yaşamış bir Osmanlı gemicisinin yıllar sonrası kavuştuğu özgürlüğünü konu alan bir hikayedir. Kaşağı Kardeşine iftira eden bir gencin çektiği vicdan azabının dram şeklinde anlatıldığı bir hikayedir. Pempe İncili Kaftan Cesur bir yiğidin kötü bir Şah’a karşı devletini korumasını konu alan bir eserdir. Başını Vermeyen Şehit Osmanlı Devleti döneminde yapılan bir savaşta başı gövdesinde ayrılarak şehit düşen derviş Deli Mehmet’in dilden dile dolaşan destansı hikayesinin anlatılması. İffet İffet adında kadın romanın ana karakteridir ve fakir, kimsesiz, zavallı insanların düştüğü kötü durumları anlatan bir hikayedir. Gizli Mabet Doğu hayranı olan bir Fransız’ın Türkleri tanımaya çalışmasını konu alan bir hikayedir. Çerkez bir ailenin misafiri olan Fransız Türk kültürünün tüm güzelliklerini görür ve etkilenir. İlk Cinayet 4 yaşında bir çocuğun bilmeden bir hayvanı öldürmesi ve bunun ömür boyu pişmanlığını konu alan bir eserdir. İlk Namaz Ömer her namaz kılmaya başladığında ilk namazı kıldığının aklına gelmesini konu alan bir hikayedir. Topuz Ülkesine kötü davranan bir prensin cezasını canı ile ödemesi ile birlikte bir Türk’ün topuz darbesiyle Eflak bölgesinin ele geçirilmesini konu alır. Yüksek Ökçeler Yalıda hizmetçilerin hırsızlık yapmaları ve Batı hayranlığını gösteren topuklu ökçeler hikayenin ana temasını oluşturur. Pireler Hikayeyi anlatan kişi ile Rose Mayer isimli genç kadının tanışması sonrası aynı eve taşınmalarını konu alan hikayedir. Yüz Akı Mehmet Efendi saflığından dolayı herkesten kazık yemiştir bu yüzden kimseye güvenemez ve müftü olan arkadaşının tavsiyesi ile 50 koyununu bir çobana teslim eder ve hikaye gelişir. Büyücü Doğan adında bir alimin büyücü olarak nitelendirilmesi ve harika buluşuyla İslam ordusuna sağladığı büyük desteğin anlatıldığı hikayedir. Bir Hatıra Osmanlı komutanlarından olan Arslan Bey’in bir kaleyi zekice almasını konu alan bir hikayedir. Diyet Çok kötü bir iftiraya uğrayan bir adamın hazin dramının konu alındığı bir hikayedir. Kesik Bıyık Bir gencin Batı hayranlığından dolayı bıyıklarını Amerikalılar gibi kestirmesi ve insanların kesik bıyık karşısında verdikleri tavır, tutumlarının anlatıldığı hikayedir. Keramet Mahallede bir yangın çıkar ve bunu fırsat bilen külhanbeyi türbeyi soyar ve kimse farkına varmaz. Ant İki çocuğun birbirlerinin kanını içerek kan kardeşi olmaları ve kan kardeşlerinin kötü günlerde birbirine karşı yaptıkları iyiliklerin anlatıldığı hikayedir. Ömer Seyfettin Hikayeleri Diğerleri Acaba Ne İdi Aniseptik Aşk Dalgası Aşk ve Ayak Parmakları Bahar ve Kelebekler Balkon Binecek Şey Bir Kayışın Tesiri Bir Temiz Havlu Uğruna Çakmak Çirkinliğin Esrarı Dünyanın Düzeni Eleğim Sağma Elma Ferman Havyar Keramet Kıskançlık Kurbağa Duası Kurumuş Ağaçlar Külah Muhteri Nadan Nasıl Kurtarmış Nezle Teselli Tuğra Üç Nasihat Zeytin Ekmek Ömer Seyfettin hikayeleri isimleri hakkında bilgiler verdik. Kaşağı gibi bilinen hikayelerinin konusuna da yazımızda yer verdik. Ömer Seyfettin Hikayeleri Özellikleri Çocukluk anıları hikayelerinde yer almaktadır. Hikayeleri klasik hikaye tipine örnek sayılabilir. Askeri okulda okuyan Ömer Seyfettin, Fransız öğrenmiş ve kendisini iyi yetiştirmiştir. Anlaşılır ve yalın dille hikayelerini oluşturmuştur. Hikayelerinin ana konusunu Batı taklitçisi, Türk düşmanlığı, kozmopolit ve mason çevrelere karşı olduğunu gösteren hikayelerden oluşmaktadır. Hikayelerinde toplumu düzeltme, aydınlatma gibi hedefleri doğrultusunda yazmıştır. Hikayelerinde Anadolu insanlarını konu almıştır. Süslü olmayan bir yalın dil kullanmıştır. Hikayelerinde olayı ön plana çıkarmıştır. Ömer Seyfettin hikayeleri Türkçe kurallarına uygun şekilde yazılmıştır. Hikayeleri ile Milli Edebiyat akımına katkıda bulunmuştur. Ömer Seyfettin hikayelerinde bulunan kişiler zayıf kalmış ve olay örgüsü güçlü tutulmuştur. Ömer Seyfettin hikayelerinde İstanbul dışına çıkan ilk hikayecilerin başında geliyor. Hikaye konularının çoğu, Rumeli ve Anadolu’da geçer. Hikayelerinde çevre tasvirlerine, kişi ve eşya tahlillerine çok az yer verilir. Ömer Seyfettin Hikayeleri İnceleme Ömer Seyfettin’in toplamda 160 adet öyküsü vardır. Bazı hikayeleri öykü roman kadar uzundur, bazı hikayeleri ise kısadır. Ömer Seyfettin, edebiyatımızın usta hikayecilerinden biridir. Ömer Seyfettin Kimdir? Kısaca Ömer Seyfettin, 28 Şubat 1984 yılında Gönen’de doğmuştur. İlk öğrenimine Gönen’de başlayan Seyfettin, İstanbul Aksaray’da bulunan Mekteb-i Osmaniye’ye kayıt olmuştur. Daha sonra İstanbul Eyüp ilçesinde bulunan Baytar Rüşdiyesi’ni bitirdikten sonra asker çocuğu olduğu için 1893 tarihinde Kuleli Askeri İdadi’sine yazıldı. Bir süre burada eğitim aldıktan sonra Edirne Askeri İdadisi’ne kayıt olarak eğitimini burada tamamladı. Daha sonra Ömer Seyfettin, İstanbul’da Mekteb-i Harbiye’den piyade mülâzımı sânisi rütbesiyle mezun olmuştur. 1903 -1910 tarihleri arasında İzmir’de Teğmen, sonra da üsteğmen rütbesiyle Rumeli’de görev yaptı. Askerlikten ayrılıp, Selanik’e giderek Genç Kalemler Dergisi’nde yazmaya başladı. Balkan Savaşları’nda subay olarak görev yapmış ve Yunanlıların elinde 1 yıl kadar esir kalmıştır. Esirliği döneminde hikaye yazmayan devam eden Ömer Seyfettin, hikayelerini Halka Doğru, Türk Yurdu ve Zakâ dergilerinde yayımladı. İstanbul’a döndükten sonra ordudan ikinci kez ayrılan Seyfettin, ölümüne kadar İstanbul Kabataş Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği yapan Ömer Seyfettin 6 Mart 1920 yılında vefat etmiştir.

ömer seyfettinin 5 hikayesinin yapı tema dil ve anlatım unsurları