2 Türk’ün “Kimlik” Cüzdanı – 2: MİLLİ KİMLİĞE WASHİNGTON SALDIRISI. 3. Türk’ün “Kimlik” Cüzdanı – 3: ATATÜRK’ÜN ÖRNEK ALDIĞI DEVLET BAŞKANI. 4. Türk’ün “Kimlik” Cüzdanı – 4: ATATÜRK’ÜN MİLLET VE MİLLİYETÇİLİK TANIMI. Atatürk ve Ağaç Sevgisi. Cevapla Konu Araçları: 24-07-19, 16:57 #1: cenkaycnr. Atatürk ve Ağaç Sevgisi. Ankara nın ağaçlanmasında Atatürk'ün büyük rolü olmuştur. Gazi Orman Çiftliğinin kuruluş günlerine ait şu öykü anlatılır: Ankara civarında çorak araziyi satın aldığı zaman Gazi: - Burada büyük çiftlik 10Kasım 1993'te Milliyet gazetesi : "Ata'nın Soy Kütüğü" isimli bir yazı yayımlar. Gazeteci Altan Araslı, Kocacık köyüne giderek bir araştırma yapar ve köylülerle konuşur. Kocacıklı Numan Kartal'ın aktardıkları: "Ali Rıza Efendi, Manastır vilayetinin Debre-i Bala sancağına bağlı Kocacık'ta dünyaya gelir. Kocacık Atatürkün Doğa Sevgisini Anlatan Bir Hikaye. Atatürk sadece iyi bir siyaset adamı ve asker değil aynı zamanda tam bir doğa severdi. Onun hakkında anlatılan bir hikaye bu durumu daha iyi anlatır. Derler ki Atatürk kendi adını taşıyan çiftlikte bir gün bir ağacın kesileceğini duyar. Sonra bir bakar ki o ağaç çok eski Saygı sevgi ve hasretle “Ormanlarımızı kaybettiğimiz bu zor yılda, her bir ağacımızın kıymetini daha da iyi anladık. Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün, yıllar önce bir çınar ağacına verdiği değeri anlatan hikayesi geldi aklımıza. Vay Tiền Nhanh. Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, 1. Cumhurbaşkanımız, Anafartalar Fatihi, Kurtuluş savaşının Başkumandanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü aramızdan ayrılışının 78 ci senesinde rahmetle ve saygıyla anıyoruz. Gazi Mustafa Kemal’in liderliği ve komutanlığının yanı sıra onun tabiat sevgisi ve çevre değerlerine verdiği önemde örnek teşkil etmektedir. Mustafa Kemal’in 1881 dE Selanik’te mütevazı bir evde başlayan yaşamı, 57 yıl sonra en verimli çağında Dolmabahçe’de sona erdiğinde tüm ulus mateme boğulmuş, yokluğu hiçbir zaman doldurulamamıştır. Her alanda onun eksikliğini millet olarak hep duyuyoruz. Bugün ülkemizde değişik görüşten pek çok insanın Atatürk’ten aldığı fikirler ve söylemler vardır. Kim bir konuda görüş belirtmek istiyorsa ona mal edilen bir sözünü öne çıkararak arkasına sığınabiliyor. Fakat temel felsefesi tam bağımsız ve çağdaş bir Türkiye olan Aziz Atatürk’ün çizdiği yolda, gösterdiği ülküde yürümek demek onun fikirlerini tekrarlamak değil, bizzat uygulamak ve yaşatmak olmalıdır. Onun tabiat sevgisini anlamak için işte birkaç örnek “Yeşili Görmeyen Gözler Renk Zevkinden Yoksun Demektir”, anlayışını kalbinde yaşatan Gazi, yaşamının son günlerini geçirdiği Dolmabahçe’de hasta yatağının karşısındaki duvarda bir ormanı ve küçük bir çayırlığı gösteren tablo asıldır. Manevi kızı Afet İnan şöyle anlatıyor“Son günlerde, o tabloya uzun uzun bakar ve Afet, oralara gidelim, ağaçlar altında dolaşalım, basit bir hayata kavuşalım. “Son arzum, yeşillik ve ağaçlıktır, fakat yaz kış yeşil duran ağaçlar altında olmaktır” derdi. Ruhu şad olsun. İnşallah öbür dünyada mekânı yeşilliktir. Cumhuriyetimizin ilk yıllarında Ankara’da bir orman oluşturmak isteyen Atatürk, kendisine armağan edilen şimdiki Atatürk Orman Çiftliğinin bulunduğu sahada ülkenin en büyük orman çiftliğini kurmuştur. Alana ilk fidan dikimi sırasında kendisine eşlik eden yabancı elçilerin ve uzmanların “Paşam, bölge toprağı kıraçtır ağaç yetiştirmeye elverişli değildir boşuna çaba harcamayın “ sözlerine ve sahanın toprak analiz raporlarının olumsuz olmasına rağmen “Burası Vatan Toprağıdır Ve Kaderine Terk Edilemez” demiş ve buranın yeşillendirilmesi ve ihya edilmesi için büyük çaba harcamıştır. NOT; 1925 yılında Ankara’da Beştepe’de oluşturulan orman çiftliği-daha sonra Gazi Orman Çiftliği adını almış, 1937 de Atatürk tarafından diğer mallarıyla birlikte hazineye devredilmiş,1950 yılında da Atatürk Orman Çiftliği adı verilmiştir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk, sadece Ankara’da değil tüm yurt satında tarımın ve ormancılığın gelişmesi için hayatı boyunca uğraşı vermiştir. İzmir’de Kongresi’nde “Milli Ekonominin Temeli Ziraattır, Fendir” diye başlayan konuşmasında ülkenin geleceğinin ve iktisadi kalkınmanın ziraata ve tarıma önem verilmesiyle mümkün olduğunu belirtmiştir. Mustafa Kemal, Yalova’da kendi adına yaptırılan köşk inşaatı sırasında kesilmesi icap eden çınar ağacının kesilmesini önlediği gibi inşaatın temelinin taşınmasını sağlamıştır. İstanbul Belediyesi Fen İşlerinden gelen heyet yetişkin bir ağacın kesilmesini önlemek için binanın altına yerleştirdikleri raylarla 4m. doğuya doğru binayı kaydırmışlardır. Yalova’daki “Yürüyen Köşk” ün hikayesi Atatürk’ün ağaç sevgisinin en güzel örneğidir. “Yurt toprağı kutlu olan sensin biz hepimiz senin için fedaiyiz” sözleri bütün çevrecilerin kulağında küpe olmuştur Bugün ülkemiz topraklarının erozyonla maruz kaldığı tehlike, ormansızlaşma ve yeşil alanların yok edilmesi, sulak alanlarımızın azalması, verimli tarım topraklarımızın yok olması, tarihi ve kültürel değerlerimizden uzaklaşılması, doğal kaynaklarımızın durumu ve çevreyi koruma konusunda onun fikirleri ve yaşantısı çevrecilere örnek olmalıdır. Emin ki Büyük Atatürk’ün gençliğe hitabesini yazarken bize verdiği görevlerin içinde “Ey Türk gençliği birinci vazifen Türk Cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir” derken sadece dış güçlere karşı değil iç düşmanlara karşıda dikkatli olmamızı istemiştir. Bu ifadenin içinde sadece rejime sahip çıkmak yoktur. Bu ifadenin içinde ülkemizin tabiatına, doğal güzelliklerine, havasına, suyuna bütün kaynaklarına ve tüm değerlerine sahip çıkmak vardır. Bu bizim atalarımıza karşı, geleceğimizin teminatı çocuklarımıza karşı ve şehitlerimize karşı sorumluluğumuzdur. Ülkesini candan seven, vatan sevgisi, toprak sevgisi ve ay yıldızlı bayrak sevgisini yüreğinde hisseden bireyler olarak, Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK ve aziz şehitlerimizin emanetini ilelebet yaşatmak istiyorsak toprağımıza, yaprağımıza ve ay yıldızlı bayrağımıza daima sahip çıkmalıyız. Bunun için milli birlik ve beraberlik içinde birbirimize daha sıkı sarılarak hareket etmeliyiz. Bugün bu duygulara daha çok ihtiyacımız vardır. Kalın sağlıcakla… ÇEVRECİ SÖZÜ Ağaç, Çiçek ve Yeşillik Medeniyet demektir. Kurgu Kuşağında öğrencilere anlatılan güzel hikayelerden bir tanesidir. Öğrencilerin yaratıcılıklarını geliştirme açısından önemlidir ki halihazırda klavuz kitabımızda bile bulunmaktadır... Atatürk ve 'Yürüyen Köşk'ü Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk, tarımda modern teknikleri kullanılması, çevre üreticilere örnek olması ve onların nitelikli fidan, fide, damızlık ihtiyaçlarının karşılanması için kişisel mülki olan Yalova’nın doğusundaki Millet Çiftliği’ni bu amaca uygun olarak düzenletmiştir. Çiftlik içinde, deniz kıyısında, ikameti için 1929 yılında bir çınarın yanında iki katlı mütevazi bir köşk yapılmıştır. Yalova Benim Kentim’ diyen Atatürk Yalova ile yakından ilgilenmiştir. Yalova’ya 1936 yılındaki gelişinde Millet Çiftliği’ndeki köşkün pencerelerini zarar vereceği için yanındaki çınarın dalını kesileceğini öğrenir. Ağacın bir dalının bile kesilmesini istemeyen Atatürk köşkün ağaçtan uzaklaştırılmasını ister. Görev İstanbul Belediyesi Fen İşleri Yollar-Köprüler Şubesi’ne verilir. Sorumlu baş mühendis Ali Nuri ALNAR binanın temellerini açtırır. Temellerin altına zor ve çok yavaş ta olsa raylar döşenir. Bina rayların üzerinde doğuya doğru 4 m kaydırılır. 11 Ağustos 1936 günü yapılan bu işlemi yanında bulunan kız kardeşi Makbule ATADAN Hanım, Affet İNAN Hanım, Yunus Nadi ABALIOĞLU, Muhafız K. İsmail Hakkı TEKÇE, Yaver Nasuhi Bey ve diğer ilgililerle baştan sona izler. Atatürk 11 Haziran 1937’de şahsına ait bütün taşınamaz mallar gibi bu Köşkü de Türk Milletine bağışlar. Diğer tüm köşkler gibi Yürüyen Köşk’de halen müze olarak korunmaktadır. Atatürk’ün bir dalının bile kesilmesini istemediği Ulu Çınar ve yanındaki köşk, ağaç sevgisi ve çevre bilincinin de bir anıtı olarak ziyaretçilerini beklemektedir. Yürüyen Köşk Atatürk bahçe Kültürleri Merkez Araştırma Enstitüsü’ arazisi içindedir ve Enstitü Atatürk’ün 1920'li yıllarda gösterdiği Türk Tarımın ileri tekniklerle donatılması amacı doğrultusunda bilim, hizmet ve nitelikli materyal üretim amaçlı hizmetlerini sürdürmektedir. Ağaçla insanın sevgisi, sevdası, öyküsü birbiriyle ilgisiz iki ağaç önce rahmetli Büyükelçi Vahit Halefoğlu anlatmıştı...Halefoğlu’nun görev yaptığı yıllarda Moskova’daki Büyükelçiliğimizin büyütülmesi kararı alınır. Binanın yanında boş bir arsa vardır. Bu arsanın alınması için Sovyet Dışişleri Bakanlığı’na başvurulur. Başvurunun kamuoyunda duyulmasıyla birlikte Sovyet gençleri arsada toplanmaya, kararı protesto etmeye başlar. Meğer Rusların taparcasına sevdiği ünlü şair Puşkin zaman zaman gelir o arsadaki ağacın altında kitap okurmuş. Gençler kararı günlerce protesto edince Sovyet hükümeti arsayı Türkiye’ye satma kararından vazgeçmiş.***Değerli bilim adamı İlhan Başgöz anılarını yazdığı “Gemerek Nire Bloomington Nire” adlı kitabında anlatır...İkinci Dünya Savaşı sonrasında komünist avının zirveye ulaştığı yıllar... Ankara’da ihbar sonucu komünistlikten soruşturmaya uğrayan öğrenci yargıç karşısına çıkarılıyor. Yargıç ihbarcıya kanıtını soruyor. Cevap- Bu öğrenci her yaz aynı ağacın altında ders Peki, oğlum ne var bunda?- Efendim, o ağacı 1932 senesinde Ziraat Fakültesi’ni ziyaret eden Rus Generali Voroşilov ihbarcıyı “Çık dışarı” diye SANDIK ELMACHP Milletvekili Ömer Fethi Gürer, CHP il ve ilçe yöneticileriyle birlikte Niğde’de meslek odalarını ziyaret ediyor. Uğranan yerlerden biri de Mali Müşavirler Odası’dır. Bu ziyaret sırasında Oda Başkanı Hikmet Bekil, Ömer Fethi Gürer’e çok değerli bir hediye midir bu? Çerçeve içinde, Atatürk’e 1936 yılında satılan 6 sandık elmanın faturası. Atatürk o yıl yaptığı gezide Niğde’ye de uğruyor, anlaşılan ikram edilen elmanın tadını çok beğeniyor ve 6 sandık elma satın alarak Ankara’ya gönderilmesini istiyor. Parası peşin ödenen bu 6 sandık elmanın 170 kilo tutarı 58 lira 87 kuruştur. Elmalar Ankara’ya gönderilirken faturası da satıcı tarafından ilin valisi Ziya Tekeli’ye teslim edilmiş, devlet arşivine konulmuştur. Faturada hamaliye parası, sandık bedeli, taşıma ücreti ayrı ayrı belirtilmiş. Faturayı arşivde bulan ise Kültür Bakanlığı İl Müdürü Alper Göncü’ çok muhtemelen Ata’ya gönderilecek 6 sandık elmanın parasını almak istememiştir. Ancak Atatürk parayı ödemiş, faturanın Ankara’ya gönderilmesini istemiştir. Atatürk’ün yaptığı her harcamayı kuruşu kuruşuna belgelediği bilinen ANILAROruçla ilgili anılarımızı sordular. yaşlarımdaydım. Ankara’dan gelmiş, Kocamustafapaşa’da büyükannemin evine yerleşmiştik. Evde herkes oruç tutuyordu. Tabii biz çocuklar da yarım yamalak tutar, onlara katılırdık. İftara yakın fırına koşar, pide kuyruğuna girerdik. Fırından taşan pide kokusu harikaydı. Ne keyifli bir bekleyişti. Bazen iftara yetişmez, biz kuyrukta beklerken ezan okunurdu. Ezan dediğimiz uzaklardan gelen ve yine uzaklara giden, derin, içli bir ses. O sırada minarenin kandilleri de yanmıştır. Pide kapılır, koşa koşa evin yolu tutulur, sofraya yetişilirdi. Büyük caminin arkasında ahşap evlerin sıralandığı sokakta otururduk. Aklımda kalan kişilerden biri mahallenin kunduracısıdır. Namaz vakitleri küçük dükkânın kapısını çeker, takkesini takar, camiye yollanırdı. Onun için herkes namuslu adam derdi. Kundurasını onardığı kişiden para istemez, utana sıkıla “Ne verirsen ver” derdi. O zamanın Müslümanları öyle kişiler idiler. Başkalarının hakkını yemekten çekinir, ağızlarına yalanı almaz, günaha girmekten korkarlardı. O zamanlar “Günaha girsem de olur, iki rekât namaz kılar, tövbe ederim, günahlarım affolur” gibi düşünceler yaygın değildi. Müslümanlar örnek insanlardı. Sene 1948-49 olmalı. Onlar öyle zamanlardı...NOT Bayramınızın bol şekerli geçmesini diliyor, bayram haftasında izin rica ediyoruz. Zonguldak Nostalji Editörü Yüksel Yıldırım Atatürk’ün Zonguldak ziyaretinde çiçek veren kıızn hikayesini paylaştı. Yıldırım Doğu Karaoğuz’un 28 Ağustos 2016’da yayımladığı “ATATÜRK’E ÇİÇEK VEREN KÜÇÜK KIZ HEYKELİNİN ÖYKÜSÜ” yazısını yeniden paylaştı. Heykelin öyküsü kısa sürede büyük beğeni aldı. İşte o yazı “Atatürk’e çiçek veren küçük kız heykeli öyküsünün ardında kültür ve sanatsever Zonguldaklıların çok iyi bildiği bir isim var Bu kentin ilk gazetecisi Tâhir Karauğuz. “Yine mi o ?” demeyin sayın okurlar, ne yapalım ki gerçek böyle. Bu kente kültür ve sosyal alanlarda sayısız hizmetleri olan Karauğuz, tabii bu işin heykele kadar uzanacağını bundan 85 yıl önce bilemezdi. Ancak, o bir Atatürkçü gazeteciydi; tüm ülkede olduğu gibi Zonguldak’ta da aydınlanma dönemi dediğimiz ilerici hamlelerin gerçekleştiği coşkulu yıllar yaşanıyordu ve haber alınmıştı, Atatürk Ertuğrul yatıyla Zonguldak’a geliyordu. Mart 1923’den beri bu şehrin ilk ve tek gazetesi olan “Zonguldak”ı çıkarmakta olan 33 yaşındaki genç gazeteci Karauğuz, büyük heyecanlar yaşayarak harekete geçer. Atatürk’ün gelişini coşkulu bir şekilde gazetesinde okurlara duyurmak için ne yapabilirdi? Damarlarındaki gazetecilik aşkıyla şöyle düşünür Atatürk, memleketi gençlere emanet etmişti, o gençler o günün çocuklarıydı; o yüce adam Zonguldak’ta karaya ayak bastığı zaman, ona küçük bir Türk çocuğu bir demet çiçek verse ve “Hoş geldin Gazi Baba” dese ne kadar güzel olurdu. O sırada, Zonguldak valisi, devlet yetkilileri, bürokratlar büyük telâşlar içindedir; çünkü Atatürk’ün gelişi ani bir kararla olmuş, karşılama töreninin en iyi şekilde gerçekleşmesi için yoğun bir çalışma içine girilmiştir. O çalışma içinde, küçük bir çocuğun Atatürk’e çiçek vermesi gibi bir inceliği, güzelliği düşünecek pek de kimse yoktur. İşte bunu düşünen tek kişi Tâhir Karauğuz olur. Karşılama törenini hazırlamakta olan kişilerle konuşur, “Çok iyi olur Tâhir Bey” derler. Tâhir Bey hemen harekete geçer; aklına eşi Hâcer Hanım’ın ablası Mukadder Hanım’la Basri Sıdal Bey’in küçük kızları Ayten gelir. 1926 doğumlu olan Ayten o sırada yaşında, akça-pakça, minimini çok da güzel bir kızdır. “Bu işe yakışır doğrusu” diye düşünür Karauğuz. Küçük Ayten, biraz çekingen yaratılışından olacak, başta biraz mırın-kırın etse de sonunda râzı edilir. Çünkü ona, Atatürk’ün çok büyük, çocukları çok seven çok iyi bir insan olduğu anlatılmıştır. O küçücük yaşında, “Acaba evlerden, bahçedeki ağaçlardan da mı büyük” diye düşünür Aytencik, yıllar sonra bizlere anlattığı gibi. Ayten’e, en güzel elbisesi, en cici patikleri giydirilir, evlerinin bahçesindeki en güzel çiçeklerden bir demet hazırlanır ve bir elinde Tahir Karauğuz, diğer elinde babası Basri Sıdal olmak üzere, bugün 1 metre 20 cm boyunda heykelinin dikilmiş olduğu eski Zonguldak iskelesine doğru yola çıkarlar. Tarih 26 Ağustos 1931, bundan 85 yıl önce… Mustafa Kemâl Atatürk’ün “Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir! İleri!” emrini vererek Başkumandanlık Meydan Muharebesi’ni başlattığı tarihten tam 9 yıl sonra, ülkemizin ilerici hamleleriyle kendini dünyaya kabûl ettirdiği o emsalsiz yıllarda, Atatürk Karadeniz’e açıldığı yatıyla Karaelmas Diyârı’na, Zonguldak’a geliyor. Tüm Zonguldak halkı iskeleyi, meydanları doldurmuş, büyük bir heyecanla onu bekliyor. Ve o yüce adam karaya çıkıyor. Ayten Alper’in, Bülent Ecevit Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim üyelerinden Yrd. Doçent Dr. Yücel Namal’ın hazırladığı “Atatürk’ün Zonguldak’a Gelişi” fotoğraf sergisi için yazdığı o güne ait anıları şöyle “Çok küçük yaşımdan beri, büyüklerimizin, Atatürk hayranlığını Gazi çok büyük adam’ sözleriyle dile getirdikleri evlerde büyüdüm. Biz akraba çocukları bir araya geldiğimiz zaman, sıra Atatürk’ü konuşmaya gelince, Gazi Baba bu ev kadar büyük, bu ağaç kadar uzun’ diye yorumlar yapardık. Günlerden bir gün, annem, Gazi Paşa Zonguldak’a geliyormuş, senin onu çiçeklerle karşılamanı istiyoruz’ dedi. Girişken bir çocuk değildim, istemedim. En sonunda, ailecek beni ikna ettiler. En güzel elbisemi, ayakkabılarımı giydirip, beni, eniştem Tâhir Karauğuz’a teslim ettiler. Sahildeki bir binaya gittik. Orada, ecnebi olduklarını sandığım, zannedersem Fransızca konuşan iki hanım çiçekleri düzenleyip güzel bir buket yaptılar. Eniştem Karauğuz, Gazi Paşa iskeleye çıkınca, ona hoş geldin Gazi Baba diyerek bu çiçekleri verirsin’ dedi. Bir süre sonra, küçük bir motor iskeleye yanaştı. Biz de iskeledeydik. Kalabalık bir grup bizim olduğumuz yere kadar geldi. Ben, o günkü çocuk aklımla, Gazi Baba’nın elimdeki buketi görünce önümde durup buketi alacağını sanıyordum. Ama kalabalık durmadan yürüyordu. Beni geçtiler, ben de arkalarından hemen koşarak Ata’mıza yetiştim, çiçek buketini uzattım, fakat Hoş geldiniz Gazi Baba’ demeyi unuttum. Atatürk buketi aldı, yanağımı okşadı ve uzaklaştı. Gazi Baba’nın niçin evler kadar büyük, ağaçlar kadar uzun olduğunu yıllar bana öğretti. Halâ da öğretiyor…” Şimdi, isterseniz Ayten Alper’i, Halkın Sesi okurlarına kısaca tanıtalım 1926 yılında Zonguldak’ta doğan Ayten Alper’in babası, uzun yıllar Zonguldak Belediyesi Yazı İşleri Müdürlüğü görevini yürüten ve oradan 1963 yılında emekli olan Amasralı Basri Sıdal’dır. Annesi ise, Zonguldaklı Barlı ailesinden Mukadder Sıdal’dır benim teyzem. Mukadder Sıdal’ın baba tarafından dedesi, Zonguldak’ın ilk Müslüman madencisi Ahmet Ali Ağa, anne tarafından dedesi ise Amasra yöresinin ilk Müslüman madencisi Edhem Ağa’dır. Yâni, Ayten Alper’in büyük dedeleri, Zonguldak’ın madencilik tarihine imzalarını atmış önemli kişilerdir. Madenci bir aileden gelen Ayten Hanım, özellikle 1930’lu ve 40’lı yıllarda aydınlanma dönemini yaşayan Zonguldak’ta Atatürk sevgisi ve kültürü ile yetişmiş bir Cumhuriyet kızıdır. Ayten Hanım, Zonguldak Mehmet Çelikel Lisesi’nde okur, 1957 yılında ailemizin diğer bir sevgili evlâdı olan Fethi Alper’le evlenir, biri İnşaat Yüksek Mühendisi, iki erkek çocukları olur. Ayten ablamıza biz bâzen “Kraliçe” deriz, gerçekten ailemizin kraliçesidir o. 27 Ağustos 2016 tarihli “Halkın Sesi”ndeki köşe yazısında, Sayın Sermet Aksu Ayten ablamızı çok iyi anlatmış, aynen öyledir o. Gazeteci Tâhir Karauğuz, “Zonguldak” gazetesinin 26 Ağustos 1931 günü yayınlanan son baskısında, Atatürk’ün şehrimize gelişini şöyle dile getirmişti “Saat doğru Ertuğrul yatı uzaklardan göründü ve limana demir attı. Gazi Hazretleri refakatlarında bulunan zevat ile birlikte yattan motora bindiler. Bu sırada limandaki bütün vapurlar düdük çalarak Büyük Reisimizi selâmlıyorlardı. Sevgili Gazimiz iskelemize ayak basıp halılarla döşeli merdivenden çıkıyorlar, kendisini karşılayan zevatın samimi iltifatlarla ellerini sıkıyorlardı. Merdiven başında sevimli bir yavru, Ayten Basri’, Hoş geldin Gazi Babamız’ diyerek zarif bir çiçek demeti takdim ediyor, Gazi Hazretleri memnuniyetle demeti alıp yanağını okşuyorlar.” Yıllar sonra, Dr. Yücel Namal, Atatürk’ün şehrimize gelişini ayrıntılarıyla anlatan bir kitap yayımladı. “Atatürk’ün Zonguldak Gezisi” adını taşıyan bu kitabı bana da armağan etti. Bu değerli kitabı incelerken, Karauğuz’un yukarıda sunduğum “Zonguldak” gazetesindeki yazısı dikkatimi çekti. Bu yazıda, Atatürk’e çiçek veren küçük kızın adı “Ayten Basri” olarak yazılmıştı. O anda yerimden fırladım; olayı biliyordum, “Ayten Basri” bizim Ayten ablamızdı, ancak Yücel Namal tabii ki bilmiyordu, Ayten Basri’nin kim olduğunu. 1931 yılında henüz soyadı kanunu çıkmamıştı ve insanlar babalarının adıyla anılırdı o tarihlerde. Babam Karauğuz da, Basri Sıdal Bey’in kızını “Ayten Basri” diye yazmıştı gazetedeki yazısında. Böylece, Atatürk’e çiçek veren kızın kim olduğu o anda ortaya çıktı. Yücel Namal’la 2010 yılından beri tanışıyorduk. Babam Karauğuz’un yaşam öyküsünü içeren “Kuvay-ı Milliye Ruhuyla Bir Ömür” adlı kitabımın ilk söyleşi ve imza gününün, Bülent Ecevit Üniversitesi Tâhir Karauğuz Konferans Salonu ve Tâhir Karauğuz Müzesi’nin gerçekleşmesinde çok büyük katkıları olmuştu. Onun bu katkılarını tabii ki hiçbir zaman unutamam. Yücel’le Ayten Basri’yi konuştuk; onu Ayten ablamla tanıştırdım ve Yücel, ondan, Atatürk’e çiçek verdiği sıradaki duygularını içeren güzel bir yazı almayı başardı. Yukarda sizlere sunduğum bu yazı, Yücel’in, “Atatürk’ün Zonguldak’a Gelişi” fotoğraf sergisinde çerçevelenerek sergilendi. Ayten abla biliniyordu artık, Atatürk’e çiçek veren küçük kız olarak. 2016 yılı Mayıs ayıydı sanırım; beni Zonguldak Belediyesi’nden telefonla aradılar. Sayın Mimar Hilâl Yıldırımkaya idi beni arayan. Zonguldak Belediyesi, Atatürk’ün Zonguldak’a gelişinin 85. yılını kutlama hazırlıkları içersindeydi ve iskelede Atatürk’e çiçek sunan küçük kızın, Ayten Alper’in heykeli yapılmıştı. Bu beklemediğimiz haber, tabii tüm aileyi sevince boğdu. Belediye Başkanımız Sayın Muharrem Akdemir, Ayten Alper ailesiyle temasa geçti, onları ve yakınları olarak bizi gerçekleştirilecek etkinliğe dâvet etti. Sonrasını biliyorsunuz sayın okurlar, 26 Ağustos 2016 günü, Zonguldak halkının büyük çoğunluğunun katıldığı, gerçekten yüreklerimizi titreten çok coşkulu bir Atatürk etkinliği yaşandı Zonguldak’ta. Her taraf bayraklarla, Atatürk resimleriyle donanmıştı. Türk basını, medyası büyük ilgi gösteriyor, röportajlar yapılıyordu bugün 90 yaşında olan, ancak hiç de o yaşı göstermeyen 1931 yılının yaşındaki o Cumhuriyet kızıyla. Atatürk, Cumhuriyet’imizi onlara emânet etmişti, bugün de o ellerde yükselecek olan Cumhuriyet’imizi.” Yürüyen Köşk nerededir? Neden adı Yürüyen Köşk olarak kalmıştır? Yürüyen Köşk şu an ne olarak kullanılmaktadır?Yer Yalova...Mustafa Kemal Atatürk’ün “Benim kentim” dediği ağaç sevgisiAtatürk bir gün çiftliğe gittiğinde, köşkün hemen yanındaki ulu çınar ağacının dallarını kesmeye çalışan bir bahçıvan ile karşılaşır. Bahçıvanı yanına çağırarak bunun nedenini bahçıvan ağacın dallarının uzadığını ve binanın duvara dayandığını düşünülmesi bile imkânsız olan bir emir verir “Ağaç kesilmeyecek, bina kaydırılacak.”Görev İstanbul Belediyesi’ne intikal eder. Belediye Fen İşleri Yollar Köprüler Şubesi sorumluluğu üstlenir. Binanın altına raylar döşenirBaşmühendis Ali Galip Alnar yanına aldığı teknik elemanlarıyla Yalova’ya giderek çalışmaya Ağustos 1930 tarihinde önce bina çevresindeki toprak büyük bir dikkatle kazılıp yapının temel seviyesine inilir. İstanbul’dan getirilen tramvay rayları döşenir. Santim santim çalışılarak bina yapı altına sokulan raylar üzerine oturtulur. Artık binanın raylar üzerinde kaydırılarak ağaçtan uzaklaştırılması aşamasına yaz akşamında Ulu Önder Atatürk ile birlikte, kardeşi Makbule Atadan, Vali Vekili Muhittin Bey, Emanet Fen Müdürü Ziya Bey ve Cumhuriyet Gazetesi Baş Muhabiri Yunus Nadi nezaretinde bina metre civarında ve riskli iş 10 Ağustos 1930 tarihinde tamamlanır ve ulu çınar ağacı da kesilmekten kurtulur. Atatürk burada ağaç sevgisini ve doğaya verdiği değeri günden beri köşkün adı “Yürüyen Köşk” olarak 11 Haziran 1937’de şahsına ait bütün taşınamaz mallar gibi bu Köşkü de Türk Milletine dönüştürülürKöşk, Kültür Bakanlığı Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu’nun gün ve 12238 sayılı kararı ile korunması gerekli Kültür ve Tabiat Varlıkları arasında sayılır ve tescili yapılır. 2006 yılında, Yalova Belediyesi tarafından restorasyonu yapılarak ziyaretçilere açılır. Müze olarak kullanılan köşk pazartesi günleri hariç 0900 ve 1800 saatleri arasında ziyaret edilebilir.

atatürk ün ağaç sevgisi hikayesi