Vay Tiền Nhanh. Böceklerden insanlara kadar tüm hayvanlar uyur. İnsanlarda uykuya özgü beyin etkinlikleri de tanımlanabilmiştir Yavaş dalga etkinliği periyotlarının her birini, kısa süreli REM Hızlı Göz Hareketleri [İng. Rapid Eye Movements] uykusu evreleri izler. Uykunun, beyindeki işlevleri tam anlaşılamamış olan bu elektriksel özellikleri, şimdiye dek sadece memelilerde ve kuşlarda tanımlanmış; sürüngenler, amfibiler hem karada hem suda yaşayan ikiyaşayışlılar ve balıklar için tanımlanmamıştı. Fakat şu da bir gerçek ki, kuşlar aslında sürüngen. Sonuçta onlar, epeydir soyları tükenmiş durumda olan dinozorların tüylü torunları. O halde beyinsel uyku nasıl evrimleşti? Geçtiğimiz günlerde, Frankfurt’ta bulunan Max Planck Enstitüsü Beyin Araştırmaları Bölümü’nden Gilles Laurent ve laboratuvarında çalışan ekibi, ilk kez olarak bir sürüngende yavaş dalga uykusu ve REM uykusu tanımladı. Avustralya sakallı ejderi Lat. Pogona vitticeps üzerinde yapılan araştırmadan elde edilen bulgular, beyinsel uykunun amniyotların evriminde, yani omurgalıların karaya çıkmaya başlamasıyla, hatta belki daha önce ortaya çıkmış olduğuna işaret ediyor. Kuşlar, sürüngenler ve memeliler amniyottur. Yumurtalarının suyun dışında hayatta kalabilmesi dolayısıyla karada üreyebilen, dört ayağı olan omurgalı bir ortak atadan gelirler. İlk amniyotlar yaklaşık 320 milyon yıl önce belirdi. Kısa süre içinde amniyotlar, birinin sonu memelilere varacak olan, diğerinin sonu da sürüngenler ile kuşlara varacak olan iki dala ayrıldı. Sakallı ejderler, 250 milyon yıl kadar önce ortak sürüngen kolundan dallanan bir kertenkele türüdür. Bu dal, dinazorlara ve kuşlara uzanan daldan çok daha önce belirmiştir. Dolayısıyla kertenkelede, kuşta ve memelide gözlemlenen görüngüler, büyük olasılıkla ortak atalarında da bulunmuştur. Gilles Laurent ve ekibi, basit yapılı ve atalardan kalma tasarımından ötürü sürüngen beynini inceleyerek, kortikal işlevini, dinamiklerini ve hesaplama gücünü anlamaya çalışıyor. Bu çalışmalardan birini yaparken, geceleyin dinlenmekte olan kertenkelelerin kayda alınan beyin etkinliklerinin, iki durum arasında düzenli bir salınım yaptığını gözlemlediler. Son çalışmaları da bu gözlemden hareketle yapılmış. Ekip şu soruyu sormuş Gördüğümüz şey, yavaş dalga uykusu ve REM uykusu mu? Bu soruyu yanıtlamak için beyinden kaydedilen nöron etkinliğini çok sayıda istatistiksel, dinamiksel ve anatomik özelliklere dayanarak ve onları gözlemlenebilen davranışlarla örneğin, gözlerin hızlı şekilde hareket etmesi gibi ilişkilendirerek sınıflandırmak gerekiyor. Laurent ve ekibi yayımladıkları raporda, Avustralya ejderinde, memeli uykusuna çok benzer özellikler taşıyan REM ve yavaş dalga uykusunun varlığını tanımlıyor. Sakallı ejderin uykusu iki evreden oluşuyor Birinde frekansı düşük, genliği büyük ortalama beyin etkinliği ve nadir nöron ateşlemesi yavaş dalga uykusu, diğerinde ise uyanık zamanlardakine benzer bir beyin etkinliği ve hızlı göz hareketleri REM uykusu oluyor. Memeli uykusu ile benzer olan bir başka özellik de yavaş dalga uykusu sırasında korteksin diğer bir alanla koordineli etkinliği. Ejderlerde bu alana “arka karıncık tepesi” İng. dorsal ventricular ridge adı verilirken, memelilerdeki karşılığı hipokampüstür. Araştırmacılar ilginç farklar olduğunu da belirtiyor. Örneğin kertenkelenin uyku ritmi aşırı düzenli ve hızlı. Bir uyku çevrimi 27°C ortamda 80 saniye kadar sürüyor. Bu çevrim insanlarda 60-90 dakika, kedilerde ise 30 dakikadır. Ayrıca kertenkelelerde iki evrenin uzunluğu hemen hemen eşitken, memelilerde REM evresi diğerinden çok daha kısa sürer. Kuşlarda ise hem kısa hem de düzensizdir. Tüm bunlar düşünüldüğünde, kertenkele uykusunun çok daha basit ve beyin uykusunun atalardaki durumuna muhtemelen çok daha benzer olduğu çıkarımı yapılabilir. Peki bu bulguları sürüngen, kuş ve memelilerin ortak atasına mı, yoksa ayrı ataların geçirdiği yakınsak evrime mi yormalı? Laurent şöyle açıklıyor “Uyku beyin dinamiği gibi karmaşık bir görüngü için yakınsak evrimin amniyot evriminde iki ya da üç kez gerçekleştiğini kabul etmek, ortak ata kaynaklı olduğunu düşünmekten daha güç. Sürüngenlerin ilk dallanmalarını göz önüne alırsak, kaplumbağalar, kertenkeleler ve timsahlar gibi çeşitli sürüngen kollarından gelen ek kanıtlar ortak ata olasılığını kuvvetlendirir. Şu anda elimizdeki kanıtlar, REM ve yavaş dalga uykusunun orijini olarak sürüngenlerin, kuşların ve memelilerin ortak atası olan ve yaklaşık 320 milyon yıl önce yaşamış bir türe işaret ediyor.” O zamanlar, yani 320 milyon yıl önce kıtaların henüz oluşmadığını ve dünyanın üzerinde yüzen tek parça kara olduğunu anımsayalım. Bu araştırmanın üzerine izlemenizi önerebileceğimiz ve aşağıdaki videoda Türkçe altyazılı olarak bulabileceğiniz İçimizdeki Sürüngen’ belgeselini de ekliyoruz. Kaynaklar “Study shows reptiles share REM and slow-wave sleep patterns with mammals, birds” Felis Agnosticus, “İçimizdeki Sürüngen’ Belgeseli” İlgili Makale “Slow waves, sharp waves, ripples, and REM in sleeping dragons,” Science, DOI Sevkan Uzel "Sürüngenlerin Uyku Evreleri Ortak Ataya İşaret Ediyor" Hayvan dostlarımızı çok seviyoruz, değil mi? Hatta bazılarımız evimizde evcil hayvan bile besliyoruz. Onları seviyor, sıcak bir yuva veriyoruz. Bunun dışında, sokak hayvanları için de elinden gelen yardımı yaptığını biliyoruz. Sokak hayvanları için yapılacak birçok şey var ama bu başka bir konu. Ona da - 1318 Son Güncellenme - 1550 Güncelleme - 1550Şimdi, gelelim konumuza… Dünya üzerinde var olan hayvanlar o kadar çok ve çeşitli ki… Kendi aralarında onlarca farklı grubu ayrılıyorlar. Bunlardan biri de omurgalı hayvanlar. Biliyoruz “Omurgalı hayvanlar nelerdir?” diye merak ediyorsun. Şimdi açıklayacağız, azıcık daha biraz soru-cevap köşesi yapalım. Aklına takılan tüm soruların cevapları aşağıda emin ol!Omurgalı hayvan nedir? Sırtlarında omurga bulunan dostlarımıza omurgalı hayvanlar diyoruz. Bu omurganın içerisinde sinirler, kemik ve kıkırdak doku hayvanlar kaça ayrılır?Beş farklı omurgalı hayvan türü varmış. Bunlar; sürüngenler, balıklar, iki yaşamlılar, kuşlar ve hayvanların ortak özellikleri nelerdir?Her birinin sırtında omurga ve omurganın içinde omurilikleri içerisinde beyin bulunurmuş. Kafatası ve sinir sistemleri oldukça diğer türlere göre daha gelişmiş dolaşım sistemleri varmış. Yani atardamar, toplardamar, kılcal damar ve kalpleri varmış. Kan, damarların içinde hareket hemoglobin adı verilen hücre varmış ve kan renkleri bu yüzden kaplayan derileri omurgalılar solungaç, karadakiler akciğer ile solunum ya da iskeletleri HAYVANLARIN İSİMLERİ NELERDİR?Omurgalı hayvanlar alemi gerçekten çok renkli ve gizemli. Her birinin farklı özellikleri de var, birçok ortaklar noktaları da… Şimdi tek tek bu türleri sırada balıklar var. Balıkları kim sevmez ki? Deniz, göl, akarsu gibi sularda yaşayan balıklar, solungaçlarıyla nefes alırlarmış. Kalpleri iki odacıklıymış ve kalpte sadece kirli kan bulunurmuş. Kirli kan, kalp tarafından solungaçlara gönderilirmiş. Burada temizlenir ve vücuda yayılırmış. Vücutlarında renkli pullar bulunurmuş. Yüzgeç, pul ve kuyrukları daha hızlı hareket etmelerini sağlarmış. Bazı balıklarda kıkırdak bazı balıklarda ise kemik YAŞAMLILARBu grupta sadece iki canlı türü varmış; kurbağalar ve semenderler. Larvaları suda, yetişkinleri hem karada hem suda yaşayabilirlermiş. Diğer omurgalılardaki gibi vücutları deri ile kaplıymış ancak derileri nemli ve yumuşakmış. Kalplerinde 3 odacık sürüngen gördün mü? Onlar da hem suda hem karada yaşayabilirlermiş. Vücutları su kaybetmelerini önlemek amacıyla keratin denilen bir tabakayla örtülüymüş. Kış uykusuna yatan sürüngenlerden sadece timsahın 4 odacıklı kalbi varmış. Diğerleri 3 odacıklı kalbe sahipmiş. Sürüngen dostlarımız arasında timsah, kaplumbağa, bukalemun, yeşil kertenkele de süzülen o güzel kuşlar da omurgalı hayvan dostlarımızdan. Tüyleri hem uçmalarına hem de ısınmalarına yararmış. Akciğerleriyle solunum yaparlarmış. Kalplerinde iki kulakçık iki karıncık olmak üzere 4 odacık bulunurmuş. Çok ilginç ama dişleri yokmuş. Yumurtlayarak çoğalırlarmış. Tavuk, penguen ve deve kuşları da bu gruba hayvanlar; gagalı, plasentalı ve keseli olmak üzere üç gruba ayrılırmış. Hayvanlar arasında en gelişmiş türlerden biriymiş. Yavrularını doğurarak dünyaya getirirlermiş. Hem suda hem de karada yaşayan türleri varmış. En büyük memeli balina en küçük memeli yarasaymış. Kirpi, sincap, kanguru, fok, kedi, köpek, maymun ve hatta suda yaşamasına rağmen balina da memeli grubuna girermiş. Hayır, timsahlar yumurtlayarak çoğalmaktadır. Timsahlar birer sürüngendir ve sürüngenler yumurtlayarak çoğalırlar. Timsahlar karada ve suda yaşayabilen sürüngenlerdir. Sürüngen oldukları için kısa ayakları vardır. Timsahlar kış uykusuna yatan hayvanlardır. Sürüngenlerde yavru bakımı yoktur bu yüzden timsahlarda yavru bakımı görülmez. İçindekiler Yılan Doğurarak Mı Çoğalır?Sincap Doğurarak Mı Çoğalır?Fare Doğurarak Mı Çoğalır?Omurgalı Hayvanlar Nasıl Sınıflandırılır? Sürüngenlerin Genel Özellikleri Nelerdir? Doğurarak Mı Çoğalırlar?Memelilerin Genel Özellikleri Nelerdir? Doğurarak Mı Çoğalırlar? Yılan Doğurarak Mı Çoğalır? Hayır, yılan doğurarak değil yumurtlayarak çoğalır. Yılanlar da timsahlar gibi birer sürüngendirler ve yumurtlayarak ürerler. Hem suda hem karada yaşayabilen türleri vardır. Sürüngen oldukları için yılanların da kış uykusuna yattığını söyleyebiliriz. Yılanlarda da timsahlarda olduğu gibi yavru bakımı yoktur. Sincap Doğurarak Mı Çoğalır? Evet sincaplar doğurarak çoğalırlar. Sincaplar memeli hayvan oldukları için doğurarak ürerler. Sincaplar kemirgen memelilerdir. Yavrularını sütle besleyip yavru bakımı gösterirler. Otobur canlılardır ve çiftleşme dönemleri haricinde tek yaşamayı tercih ederler. Fare Doğurarak Mı Çoğalır? Evet, fareler doğurarak çoğalır. Fareler memeli hayvanlardır bu yüzden yumurtlamak yerine doğurarak çoğalırlar. Fareler de sincaplar gibi beslenme şeklinde göre kemirgen memelilerdir. Yavrularını sütle beslerler ve yavru bakımları vardır. Omurgalı Hayvanlar Nasıl Sınıflandırılır? Hayvanlar omurgalı, omurgasız almak üzere sınıflandırılırlar. Yapılan bu sınıflamanın alt başlığı olarak omurgalılar, ortak özelliklerine göre kendi içlerinde sınıflandırılmıştır. Her sınıfın kendine özel bazı ortak özellikleri vardır. Ortak özelliklere örnek olarak solunum biçimleri, kış uykusuna yatıp yatmama durumları, boşaltım yapma biçimleri, solunum organları ve yapıları verilebilir. Bu ortak özellikler çevresinde omurgalı hayvanlar 5 ana başlık altında toplanmışlardır. Omurgalı hayvanların alt 5 başlığı şu şekildedir Balıklarİki yaşamlılar AmfibiklerSürüngenlerKuşlarMemeliler. Sürüngenlerin Genel Özellikleri Nelerdir? Doğurarak Mı Çoğalırlar? Bu sınıflandırmanın bir üyesi olan sürüngenler genel olarak yumurtlayarak çoğalan hayvanlardır. Sürüngenlerin vücutları pullarla kaplıdır ve akciğer solunumu yaparlar. Yumurtlayarak çoğalan hayvanlara örnek olarak balık türleri ve kuşlar örnek verilebilir. Memelilerin Genel Özellikleri Nelerdir? Doğurarak Mı Çoğalırlar? Sınıflandırmanın diğer bir üyesi olan memeliler ise doğurarak çoğalırlar. Memelilerin genel özelliklerinden bazıları vücutlarının kılla kaplı olması, akciğer solunumu yapmaları, yavrularını sütle beslemeleridir. Doğurarak çoğalan hayvanlara köpek, inek, tilki, fok balığı ve insan örnek verilebilir. Omurgalıların en karakteristik özelliği, birbirini takip eden omurlardan yapılmış bir omurgaya sahip olmalarıdır. Omurga sütunu çok kuvvetli bir destektir, fakat aynı zamanda eğilebilir bir yapıdadır. Aşağı omurgalılarda, omurga kıkırdak halinde olmasına rağmen, yüksek yapılı omurgalılara doğru kemikleşmeye Omurgalı Hayvanlar özellikleri nelerdir?2 Omurgalı hayvanların tamamında hangileri ortaktır?3 Omurgasızların genel özellikleri nelerdir?4 Hangisi omurgalı hayvandır?5 Tüm omurgalılar sıcakkanlı mı?6 Omurgalılar şube mi?7 Memelilerin ortak özelliği nedir?Omurgalı Hayvanlar özellikleri nelerdir?Omurgalıların genel özellikleriVücutları çok tabakalı epitel dokuyla sırt tarafından bir sinir kordunu notokord vücudun içerisinde bulunur. … Ayrı eşeylidirler. … Balık ve kurbağalarda dış döllenme, sürüngen, kuş ve memelilerde iç döllenme sistemleri hayvanların tamamında hangileri ortaktır?Omurgalı hayvanların ortak özellikleri nelerdir? Her birinin sırtında omurga ve omurganın içinde omurilikleri varmış. Kafataslarının içerisinde beyin bulunurmuş. Kafatası ve sinir sistemleri oldukça genel özellikleri nelerdir?Omurgasız hayvanların ortak özellikleri ise şöyle sıralanabilir;Omurgaları canlılar gibi hücre duvarları hücrelidirler ve canlının yaşamını sürdürmesi açısından tüm hücrelerin farklı sorumlulukları söz çevrelerinden ısı emerek vücutlarını omurgalı hayvandır?Omurgalı Hayvanların İsimleri O yüzden memeliler, Kuşlar, balıklar, iki yaşamlılar ve sürüngenler ile beraber kurbağalar şeklinde ele alınır. Bu canlılar aynı zamanda kendi içerisinde geniş bir yelpazeye yayılmaktadırlar. Her biri değişik isimlerle anılır ve ortak özellikleri olarak omurgaları omurgalılar sıcakkanlı mı?Vücut sıcaklığı ortam şartlarına göre değişen canlılara ise soğukkanlı canlılar denir. Omurgalı hayvanlar balıklar, sürüngenler, kurbağalar, kuşlar ve memeliler olmak üzere beşe ayrılır. Bu hayvanlardan kuşlar ve memeliler sıcakkanlı; sürüngenler, kurbağalar ve balıklar ise şube mi?KordalılarVertebrate / ŞubeMemelilerin ortak özelliği nedir?Öncelikle tüm memeli hayvanlar, normal doğum ile çoğalır ve yavrularını kendi sütü ile emzirerek besler. Ayrıca tüm memelilerin vücutları deri ve deri üzerinde kıl ile kaplıdır. Memeli hayvanlara ait diğer özelliklerden birisi de solunum ve boşaltım sistemleri ile diyagram yapısının tıpkı insanlar gibi olmasıdır. KUŞLARIN VE MEMELİLERİN EVRİMİ SENARYODUR Gözlerin ve kanatların ortak özelliği ancak bütünüyle gelişmiş bulundukları takdirde vazifelerini yerine getirebilmeleridir. Başka bir deyişle, eksik gözle görülmez, yarım kanatla uçulmaz. Bu organların nasıl oluştuğu doğanın henüz iyi aydınlanmamış sırlarından birisi olarak kalmıştır. Engin Korur Evrim teorisine göre hayat suda evrimleştikten sonra amfibiyenlerle karaya taşınmıştır. Amfibiyenlerin bir kısmı da yine teoriye göre sürüngenlere dönüşüp tam bir kara hayvanı haline gelmiştir. Böyle bir dönüşümün fizyolojik ve anatomik yönden imkansız olduğunu, örneğin su içinde gelişen amfibiyen yumurtasının, kuru ortamda gelişen sürüngen yumurtasına evrimleşmesinin mümkün olmadığını gösteren çok sayıda delil vardır. Fosillere baktığımızda ise, zaten böyle bir dönüşümün yaşanmadığını görürüz Sürüngenler, amfibiyenler ile aralarında hiçbir ilişki olmadan, hiçbir “ataları” bulunmadan yeryüzüne çıkmış canlılardır. Omurgalı paleontolojisi konusunda otorite sayılan evrimci Robert Carroll “en erken sürüngenlerin, tüm amfibiyenlerden çok farklı olduklarını ve atalarının hala belirlenemediğini” kabul etmek zorunda kalır. Robert L. Carroll, Vertebrate Paleontology and Evolution, New York W. H. Freeman and Co., 1988, s. 198. KUŞLARA ÖZEL AKCİĞERLER Kuşlar, sözde ataları olan sürüngenlerden çok farklı bir anatomiye sahiptirler. Kuş akciğerleri, kara canlılarının akciğerlerine tamamen ters biçimde işler. Kara canlıları havayı aynı nefes borusundan alır ve verirler. Kuşlarda ise hava akciğere ön taraftan girerken arka taraftan dışarı verilir. Uçuş sırasında yüksek miktarda oksijene ihtiyaç duyan kuşlar için böyle özel bir “tasarım” yapılmıştır. Bu yapının sürüngen akciğerinden evrimleşerek ortaya çıkması ise imkansızdır, çünkü iki farklı akciğer yapısı arasındaki “ara” bir yapıyla nefes alınamaz. Ancak evrim masalının imkansız senaryoları bununla da bitmez. Bir de karaya çıkmış olan bu canlıları “uçurmak” gerekmektedir! Evrimciler, kuşların bir şekilde evrimleşmiş olmaları gerektiğine inandıkları için, bu canlıların sürüngenlerden geldiklerini iddia ederler. Oysa, kara canlılarından tamamen farklı bir yapıya sahip olan kuşların hiçbir vücut mekanizması kademeli evrim modeli ile açıklanabilir durumda değildir. Herşeyden önce kuşu kuş yapan en önemli özellik, yani kanatlar, evrim için çok büyük bir çıkmazdır. 4Kanatların kusursuz yapısının nasıl olup da birbirini izleyen tesadüfi mutasyonlar sonucunda meydana geldiği sorusu tümüyle cevapsızdır. Bir sürüngenin ön ayaklarının, genlerinde meydana gelen bir bozulma mutasyon sonucunda nasıl kusursuz bir kanada dönüşeceği asla açıklanamamaktadır. Ayrıca, bir kara canlısının kuşlara dönüşebilmesi için sadece kanatlarının olması da yeterli değildir. Kara canlısı, kuşların uçmak için kullandıkları diğer birçok yapısal mekanizmadan yoksundur. Örneğin, kuşların kemikleri kara canlılarına göre çok daha hafiftir. Akciğerleri çok daha farklı bir yapı ve işleve sahiptir. Değişik bir kas ve iskelet yapısına sahiptirler ve çok daha özelleşmiş bir kalp-dolaşım sistemleri vardır. Bu mekanizmalar, yavaş yavaş, “birikerek” oluşamazlar. Kara canlılarının kuşlara dönüştüğü teorisi bu nedenle tamamen bir safsatadır. Bunların ardından bir soru daha akla gelir Tüm bu bilim dışı hikayeyi doğru saysak bile, bu hikayeyi doğrulaması gereken çok sayıda “tek kanatlı”, “yarım kanatlı” fosil neden “aksi gibi” bir türlü bulunamamaktadır? HAYALİ ARA FORM ARCHAEOPTERYX Evrimciler, “tek kanatlı”, “yarım kanatlı” fosillerin neden bulunamadığı sorusu karşısında özellikle bir canlıdan söz ederler. Bu, hala ısrarla savundukları az sayıdaki ara geçiş formu iddialarından en bilineni olan Archæopteryx isimli fosil kuştur. Evrimcilere göre günümüz kuşlarının atası olan Archæopteryx, 150 milyon yıl önce yaşamıştı. Teoriye göre Velociraptor veya Dromeosaur ismi verilen küçük yapılı dinozorların bir kısmı, evrim geçirerek kanatlanmışlar ve uçmaya başlamışlardı. Archæopteryx, dinozor atalarından ayrılan ve yeni yeni uçmaya başlayan ilk canlıydı. Bu hikaye, hemen her evrimci yayında anlatılır. Oysa Archæopteryx’in fosilleri üzerinde yapılan son incelemeler, bu canlının kesinlikle bir ara geçiş formu olmadığını, sadece günümüz kuşlarından biraz daha farklı özelliklere sahip, soyu tükenmiş bir kuş türü olduğunu göstermektedir. Archæopteryx’in iyi uçamayan bir “yarı-kuş” olduğu tezi yakın zamana kadar evrimci çevrelerde çok daha fazla sıklıkla dile getirilmekteydi. Bu canlının “sternum”unun yani göğüs kemiğinin olmaması canlının uçamayacağının en önemli kanıtı olarak gösterilmekteydi. Göğüs kemiği, uçmak için gerekli olan kasların tutunduğu göğüs kafesinin altında bulunan bir kemiktir. Günümüzde uçabilen veya uçamayan tüm kuşlarda, hatta kuşlardan çok ayrı bir familyaya ait olan uçabilen memeli yarasalarda bile bu göğüs kemiği vardır. Ancak 1992 yılında bulunan yedinci Archæopteryx fosili evrimci çevreler arasında çok büyük şaşkınlık uyandırdı. Zira bu son bulunan Archæopteryx fosilinde evrimcilerin çok uzun zamandır yok saydıkları göğüs kemiği vardı. Nature dergisinde bu yeni bulunan fosil şöyle anlatılıyordu Son bulunan yedinci Archæopteryx fosili, uzun zamandır varlığından şüphe edilen, ama hiçbir zaman ispatlanamayan bir dikdörtgensel göğüs kemiğinin varlığına işaret ediyor. Bu canlının uzun mesafelerde uçuş yeteneği hala spekülasyona dayalı, ama göğüs kemiğinin varlığı güçlü uçuş kaslarının olduğunu gösteriyor. Bu bulgu, Archæopteryx’in tam uçamayan bir yarı-kuş olduğu yönündeki iddiaların en temel dayanağını geçersiz kıldı. Öte yandan, Archæopteryx’in gerçek anlamda uçabilen bir kuş olduğunun en önemli kanıtlarından bir tanesi de hayvanın tüylerinin yapısı oldu. Archæopteryx’in günümüz kuşlarınınkinden farksız olan asimetrik tüy yapısı, canlının mükemmel olarak uçabildiğini gösteriyordu. Ünlü paleontolog Carl O. Dunbar’ın belirttiği gibi, “tüylerinden dolayı bu yaratık tam bir kuş özelliği gösteriyordu”. Archæopteryx’in tüylerinin ortaya çıkarmış olduğu bir başka gerçek, bu canlının sıcakkanlı oluşuydu. Bilindiği gibi sürüngenler ve dinozorlar soğukkanlı, yani vücut ısılarını kendileri üretmeyen, çevrenin vücut ısılarını etkilediği canlılardır. Kuşlarda bulunan tüylerin en önemli fonksiyonlarından bir tanesi ise, vücut ısısını korumalarıdır. Archæopteryx’in tüylü olması, bunun dinozorların aksine sıcakkanlı olduğunu, yani vücut ısısını korumaya ihtiyacı olan gerçek bir kuş olduğunu gösteriyordu. Evrimcilerin Geçersiz İddiaları Archæopteryx’in Dişleri ve Pençeleri Evrimcilerin, Archæopteryx’i ara geçiş formu olarak gösterirken dayandıkları en önemli iki nokta ise, bu hayvanın kanatlarının üzerindeki pençeleri ve ağzındaki dişleridir. Archæopteryx’in kanatlarında pençeleri ve ağzında dişleri olduğu doğrudur, ancak bu özellikleri canlının sürüngenlerle herhangi bir şekilde bir ilgisi olduğunu göstermez. Zira günümüzde yaşayan iki tür kuşta, Taouraco ve Hoatzin’de de dallara tutunmaya yarayan pençeler bulunmaktadır. Ve bu canlılar, hiçbir sürüngen özelliği taşımayan, tam birer kuşturlar. Dolayısıyla Archæopteryx’in kanatlarında pençeleri olduğu ve bu sebeple de bir ara form olduğu yolundaki iddia geçersizdir. Archæopteryx’in ağzındaki dişleri de yine canlıyı bir ara form kılmaz. Evrimciler bu dişlerin bir sürüngen özelliği olduğunu söyleyerek kasıtlı bir aldatmaca yapmaktadırlar. Oysa dişler sürüngenlerin tipik bir özelliği değildir. Günümüzde bazı sürüngenlerin dişleri varken bazılarının yoktur. Daha da önemli olan nokta, dişli kuşların Archæopteryx’le sınırlı olmamasıdır. Günümüzde dişli kuşların artık yaşamadıkları bir gerçektir, ancak fosil kayıtlarına baktığımız zaman gerek Archæopteryx ile aynı dönemde gerekse daha sonra, hatta günümüze oldukça yakın tarihlere kadar “dişli kuşlar” olarak isimlendirilebilecek ayrı bir kuş grubunun yaşamını sürdürdüğünü görürüz. İşin en önemli yanı ise, Archæopteryx’in ve diğer dişli kuşların diş yapılarının, bu kuşların sözde evrimsel ataları olan dinozorların diş yapılarından çok farklı olmasıdır. Martin, Stewart ve Whetstone gibi ünlü kuşbilimcilerin yaptığı ölçümlere göre, Archæopteryx’in ve diğer dişli kuşların dişlerinin üstü düzdür ve geniş kökleri vardır. Oysa bu kuşların atası olduğu iddia edilen theropod dinozorlarının dişlerinin üstü testere gibi çıkıntılıdır ve kökleri de Aynı araştırmacılar, aynı zamanda Archæopteryx ile onun sözde ataları olan dinozorların bilek kemiklerini karşılaştırmışlar ve arada hiçbir benzerlik olmadığını ortaya Archæopteryx’in dinozorlardan evrimleştiğini iddia eden en önde gelen otorite olan John Ostrom’un, bu canlı ile dinozorlar arasında öne sürdüğü bazı “benzerlik”lerin ise gerçekte birer yanlış yorum olduğu Tarsitano, Hecht ve A. D. Walker gibi anatomistlerin çalışmalarıyla ortaya çıkmıştır. Tüm bunlar, Archæopteryx’in bir ara geçiş formu olmadığını; sadece “dişli kuşlar” olarak isimlendirilebilecek ayrı bir sınıflandırmaya ait olduğunu gösterir. Archæopteryx ve Diğer Eski Kuş Fosilleri Evrimciler on yıllardır Archæopteryx’i kuşların evrimi senaryosunun en büyük delili olarak gösterirken, son dönemlerde bulunan bazı fosiller bu senaryonun geçersizliğini başka yönlerden ortaya koydular. 1995 yılında Çin’de Omurgalılar Paleontolojisi Enstitüsü’nde araştırmalar yapan Lianhai Hou ve Zhonghe Zhou adlı iki paleontolog, Confuciusornis olarak isimlendirdikleri yeni bir fosil kuş keşfettiler. Archæopteryx ile aynı yaştaki yaklaşık 140 milyon yıllık bu kuşun dişleri yoktu, gagası ve tüyleri ise günümüz kuşlarıyla aynı özellikleri göstermekteydi. İskelet yapısı da modern kuşlarla aynı olan bu kuşun kanatlarında, Archæopteryx’te olduğu gibi pençeler vardı. Kuyruk tüylerine destek olan “pygostyle” isimli yapı bu kuşta da görülüyordu. Kısacası, evrimciler tarafından tüm kuşların en eski atası sayılan ve yarı-sürüngen kabul edilen Archæopteryx’le aynı yaşta olan bu canlı, günümüz kuşlarına çok benziyordu. Bu gerçek, Archæopteryx’in bütün kuşların ilkel atası olduğu yönündeki evrimci tezleri de çürütüyordu doğal olarak. Confuciusornis isimli kuş Archaeopteryx ile aynı yaştadır. Çin’de Kasım 1996′da bulunan bir başka fosil, ortalığı daha da karıştırdı. 130 milyon yıl yaşındaki Liaoningornis isimli bu kuşun varlığı Hou, Martin ve Alan Feduccia tarafından Science dergisinde yayınlanan bir makaleyle duyuruldu. Liaoningornis, günümüz kuşlarında bulunan uçuş kaslarının tutunduğu göğüs kemiğine sahipti. Diğer yönleriyle de bu canlı günümüz kuşlarından farksızdı. Tek farkı, ağzında dişlerinin olmasıydı. Bu durum, dişli kuşların, hiç de evrimcilerin iddia ettiği gibi ilkel bir yapıya sahip olmadıklarını Alan Feduccia, Discover dergisinde yayınlanan yorumunda, Liaoningornis’in, kuşların kökeninin dinozorlar olduğu iddiasını geçersiz kıldığını rchæopteryx’le ilgili evrimci iddiaları çürüten bir başka fosil ise Eoalulavis oldu. Archæopteryx’ten 30 milyon yıl daha genç yani 120 milyon yıl yaşında olduğu söylenen Eoalulavis’in kanat yapısının aynısı, günümüzdeki bazı uçan kuşlarda görülüyordu. Bu da 120 milyon yıl önce, günümüzdeki kuşlardan birçok yönden farksız canlıların göklerde uçmakta olduklarını ispatlıyordu. Böylece Archæopteryx ve diğer arkaik kuşların birer ara geçiş formu olmadıkları kesin bir biçimde ispatlanmış oldu. Fosiller, farklı kuş türlerinin birbirlerinden evrimleştiklerini göstermiyorlardı. Aksine, günümüz kuşlarının ve Archæopteryx benzeri bazı özgün kuş türlerinin beraberce yaşadıklarını ispatlıyorlardı. Bu kuşların bazılarının, örneğin Confuciusornis veya Archæopteryx’in soyları tükenmiş, günümüze ancak az sayıdaki kuş gelebilmişti. Kısacası Archæopteryx’in birtakım özgün özellikleri, bu canlının bir “ara form” olduğunu göstermemektedir. Nitekim bugün evrim teorisinin ünlü savunucularından Harvard paleontologları Stephen Jay Gould ve Niles Eldredge de, Archæopteryx’in farklı özellikleri bünyesinde barındıran bir “mozayik” canlı olduğunu, ama asla bir ara form sayılamayacağını kabul etmektedirler. S. J. Gould & N. Eldredge, Paleobiology, Vol 3, 1977, s. 147. Prof. Alan Feduccia Öte yandan “zamanlama uyumsuzluğu” da, Archaeopteryx hakkındaki evrimci iddialara öldürücü bir darbe indirmektedir. Amerikalı biyolog Jonathan Wells de Icons of Evolution Evrimin İkonaları adlı kitabında, Archaeopteryx’in evrim adına adeta bir “ikona” kutsal sembol haline getirildiğini, oysa delillerin bu canlının “kuşların ilkel atası” olmadığını açıkca gösterdiğini vurgular. Wells’e göre bunun göstergelerinden biri, Archaeopteryx’in atası olarak gösterilen theropod iki ayaklı dinozorların, aslında Archaeopteryx’ten daha genç olmalarıdır Yerde koşan koşan iki ayaklı dinozorlar, Archaeopteryx’in teorik atalarından beklenebilecek bazı özelliklere sahiptirler, ama fosil kayıtlarında Archaeopteryx’ten daha sonra ortaya çıkarlar. Jonathan Wells, Icons of Evolution, Regnery Publishing, 2000, s, 117 Hayali Kuş-Dinozor Bağlantısı Archæopteryx’i ara form olarak göstermeye çalışan evrimcilerin iddiası, başta da belirttiğimiz gibi kuşların dinozorlardan evrimleştiğidir. Oysa dünyanın en önde gelen kuşbilimcilerinden biri olan Kuzey Carolina Üniversitesi profesörü Alan Feduccia, bir evrimci olmasına karşılık, kuşların dinozorlarla akraba olduğu teorisine kesinlikle karşı çıkmaktadır. Feduccia, şöyle der 25 sene boyunca kuşların kafataslarını inceledim ve dinozorlarla aralarında hiçbir benzerlik görmüyorum. Kuşların dört ayaklılardan evrimleştiği teorisi paleontoloji alanında 20. yüzyılın en büyük utancı olacaktır. Pat Shipman, “Birds Do It… Did Dinosaurs?”, s. 28 Kansas Üniversitesi’nde eski kuşlar üzerinde uzman olan Larry Martin de kuşların dinozorlarla aynı soydan geldiği teorisine karşı çıkmaktadır. Martin, evrimin bu konuda içine düştüğü çelişkiden söz ederken, “doğrusunu söylemek gerekirse, eğer dinozorlarla kuşların aynı kökenden geldiklerini savunuyor olsaydım, bunun hakkında her kalkıp konuşmak zorunda oluşumda utanıyor olacaktım” Pat Shipman, “Birds Do It… Did Dinosaurs?”, s. 28. demektedir. Kısacası, yegane temelini Archæopteryx’e dayandırmaya çalışan “kuşların evrimi” senaryosu, sadece ve sadece evrimcilerin önkabullerinin ve hayal güçlerinin bir ürünüdür. SİNEKLERİN KÖKENİ NEDİR? Evrim senaryolarından bir örnek Sinek yakalamaya çalışırken aniden kanatlanan dinozorlar! Evrimciler, dinozorların kuşlara dönüştüğünü iddia ederken, sinek avlamak için önayaklarını birbirine çırpan bazı dinozorların resimde görüldüğü gibi “kanatlanıp havalandıklarını” öne sürerler. Hiçbir bilimsel dayanağı olmayan, sadece hayal gücünün bir ürünü olan bu teori, aynı zamanda çok basit bir mantık çelişkisi de içermektedir. Çünkü evrimcilerin burada uçuşun kökenini açıklamak için gösterdiği örnek, yani sinek, zaten mükemmel bir uçma yeteneğine sahiptir. İnsan saniyede 10 kere bile kolunu açıp kapayamazken, ortalama bir sinek, saniyede 500 kez kanat çırpma yeteneğine sahiptir. Üstelik her iki kanadını eşzamanlı olarak çırpar. Eğer kanatların titreşimi arasında en ufak bir uyumsuzluk olsa sinek dengesini yitirecektir, ama hiçbir zaman böyle bir uyumsuzluk olmaz. Evrimciler ise, sineğin bu mükemmel uçuş yeteneğinin nasıl ortaya çıktığını açıklamaları gerekirken, sineği çok daha hantal bir varlığın yani sürüngenin uçuşunun nedeni olarak gösteren hayali senaryolar üretmektedirler. Oysa sadece sinekteki üstün yaratılış bile evrimin iddiasını geçersiz kılar. İngiliz biyolog Wootton Robin, “Sinek Kanatlarının Mekanik Tasarımı” başlıklı bir makalede şöyle yazar “Sinek kanatlarının işleyişini öğrendikçe, sahip oldukları tasarımın ne denli hassas ve kusursuz olduğunu daha iyi anlıyoruz… Son derece elastik özelliklere sahip parçalar, havanın en iyi biçimde kullanılabilmesi için, gerekli kuvvetler karşısında gerekli esnekliği gösterecek biçimde hassasiyetle biraraya getirilmişlerdir. Sinek kanatlarıyla boy ölçüşebilecek teknolojik bir yapı yok gibidir.”1 Öte yandan, sineklerin hayali evrimine delil oluşturabilecek tek bir fosil bile yoktur. Ünlü Fransız zoolog Grassé “böceklerin kökeni konusunda tam bir karanlık içindeyiz” derken bunu itiraf 1 J. Robin Wootton, “The Mechanical Design of Insect Wings”, Scientific American, Cilt 263, Kasım 1990, s. 120. 2 Pierre-P Grassé, Evolution of Living Organisms, New York Academic Press, 1977, s. 30. MEMELİLERİN KÖKENİ Evrim teorisi, daha önce de belirttiğimiz gibi, denizden evrimleşerek çıkan hayali birtakım canlıların sürüngenlere dönüştüğünü, kuşların da sürüngenlerin evrimleşmesiyle oluştuğunu iddia eder. Aynı senaryoya göre sürüngenler yalnızca kuşların değil, aynı zamanda memelilerin de atasıdırlar. Oysa vücutları pullarla kaplı, soğukkanlı ve yumurtlayarak çoğalan sürüngenler ile, vücutları tüylü, sıcakkanlı ve doğurarak çoğalan memeliler arasında çok büyük yapısal uçurumlar vardır. Bu uçurumların bir örneği, sürüngenlerin ve memelilerin çene yapılarıdır. Memelilerde alt çenede tek bir kemik vardır ve dişler bu kemiğin üzerine oturur. Sürüngenlerde ise alt çenenin her iki yanında üçer tane küçük kemik bulunur. Bir başka temel farklılık, tüm memelilerin orta kulaklarında üç tane kemik örs, üzengi ve çekiç kemikleri bulunmasıdır; buna karşılık tüm sürüngenlerde orta kulakta tek bir kemik yer alır. Evrimciler, sürüngen çenesinin ve sürüngen kulağının aşamalı olarak memeli çenesine ve kulağına dönüştüğünü iddia ederler. Bunun nasıl gerçekleştiği sorusu elbette cevapsızdır. Özellikle tek kemikten oluşan bir kulağın üç kemikli hale nasıl dönüştüğü ve işitme duyusunun bu sırada nasıl devam ettiği, asla cevaplanamayan bir sorudur. Nitekim sürüngenlerle memelileri birbirine bağlayabilecek tek bir ara form fosili dahi bulunamamıştır. Bu yüzden evrimci paleontolog Roger Lewin, “ilk memeliye nasıl geçildiği hala bir sırdır” demek zorunda kalır. Roger Lewin, “Bones of Mammals, Ancestors Fleshed Out”, Science, cilt 212, 26 Haziran 1981, s. 1492. 20. yüzyılın en büyük evrim otoritelerinden ve Neo-Darwinist teorinin kurucularından biri olan George Gaylord Simpson ise, evrimciler açısından çok şaşırtıcı olan bu gerçeği şöyle ifade eder Dünya üzerindeki yaşamın en kafa karıştırıcı olayı, Mezozoik Çağı’nın, yani sürüngenler devrinin, memeliler devrine aniden değişmesidir. Sanki bütün başrol oyunculuğunun çok sayıda ve türdeki sürüngenler tarafından üstlenildiği bir oyunun perdesi bir anda indirilmiştir. Perde yeniden açıldığında ise, bu kez başrolünde memelilerin yer aldığı ve sürüngenlerin bir kenara itildiği yepyeni bir devir başlamıştır. Ortaya çıkan memelilerin bir önceki devire ait izleri ise yok gibidir. George Gaylord Simpson, Life Before Man, New York Time-Life Books, 1972, s. 42. Dahası, aniden ortaya çıkan memeliler birbirlerinden çok farklıdırlar. Yarasa, at, fare ve balina gibi son derece farklı canlıların hepsi memelidir ve aynı jeolojik dönemde ortaya çıkmışlardır. Bu canlıların aralarında evrimsel bir bağ kurmak, en geniş hayal gücü içinde bile imkansızdır. Evrimci zoolog Eric Lombard, Evolution Evrim adlı dergide şöyle yazar Memeliler sınıfı içinde evrimsel akrabalık ilişkileri filogenetik bağlar kurmak için bilgi arayanlar, hayalkırıklığına uğrayacaktır. Eric Lombard, “Review of Evolutionary Principles of the Mammalian Middle Ear, Gerald Fleischer”, Evolution, Cilt 33, Aralık 1979, s. 1230. Tüm bunlar göstermektedir ki, canlılar yeryüzünde her zaman için arkalarında hiçbir evrimsel süreç olmadan, aniden ve kusursuz bir biçimde ortaya çıkmışlardır. Bu, yaratılmış olduklarının çok somut bir ispatıdır. Evrimciler ise, canlı türlerinin yeryüzünde belirli bir sıra ile ortaya çıkmış olmalarını, evrimleşmiş olduklarının göstergesi gibi yorumlamaya çalışırlar. Oysa canlıların yeryüzündeki ortaya çıkış sıralamaları, ortada hiçbir evrim olmadığına göre, “yaratılışın sıralaması”dır. Fosiller, yeryüzünün, üstün ve kusursuz bir yaratılışla, önce denizlerde sonra da karada yaşayan canlılarla doldurulduğunu ve bütün bunların ardından da insanoğlunun var edildiğini göstermektedir. İnsanoğlunun yeryüzünde hayata başlaması da -büyük bir kitle telkiniyle kabul ettirilmeye çalışılan “maymun insan” masalının aksine- bir anda ve eksiksiz bir biçimde olmuştur. ATIN EVRİMİ SENARYOSU Yakın bir zamana kadar, evrim teorisine kanıt olarak gösterilen fosil sıralamalarının en başında, atın sözde evrimine ait olduğu öne sürülen hayali bir sıralama gelmekteydi. Oysa bugün pek çok evrimci, atın evrimi senaryosunun geçersizliğini açıkça kabul eder. Kasım 1980′de Chicago Doğa Tarihi Müzesi’nde 150 evrimcinin katıldığı, dört gün süren ve kademeli evrim teorisinin sorunlarının ele alındığı bir toplantıda söz alan evrimci Boyce Rensberger, atın evrimi senaryosunun fosil kayıtlarında hiçbir dayanağı olmadığını ve atın kademeli evrimleşmesi gibi bir sürecin hiç yaşanmadığını şöyle anlatmıştır Yaklaşık 50 milyon yıl önce yaşamış dört tırnaklı, tilki büyüklüğündeki canlılardan bugünün daha büyük tek tırnaklı atına bir dizi kademeli değişim olduğunu öne süren ünlü atın evrimi örneğinin geçersiz olduğu uzun zamandır bilinmektedir. Kademeli değişim yerine, her türün fosilleri bütünüyle farklı olarak ortaya çıkmakta, değişmeden kalmakta, sonra da soyu tükenmektedir. Ara formlar bilinmemektedir. Rensberger, dürüst bir tutumla atın evrimi senaryosundaki bu önemli açmazı dile getirirken aslında tüm teorinin fosil kayıtlarındaki en büyük çıkmazını, “ara-geçiş formları çıkmazı”nı gündeme getirmiştir. Atın evrimi şemalarının sergilendiği “İngiltere Doğa Tarihi Müzesi”nin yöneticilerinden ünlü evrimci paleontolog Colin Patterson da, hala müzenin alt katında duran bu sergi hakkında şunları söyler Hayatın doğası hakkında her biri birbirinden hayali bir sürü kötü hikaye vardır. Bunun en ünlü örneğiyse, belki 50 yıl önce hazırlanmış olan ve hala alt katta duran atın evrimi sergisidir. Atın evrimi, birbirini izleyen yüzlerce bilimsel kaynak tarafından büyük bir gerçek gibi sunulmuştur. Ancak şimdi, bu tip iddiaları ortaya atan kişilerin yaptıkları tahminlerin, yalnızca spekülasyon olduklarını düşünüyorum. Colin Patterson, Harper’s, Şubat 1984, s. 60. Peki “atın evrimi” senaryosunun dayanağı nedir? Bu senaryo, Hindistan, Güney Amerika, Kuzey Amerika ve Avrupa’da değişik zamanlarda yaşamış, farklı tür canlılara ait fosillerin evrimcilerin hayal güçleri doğrultusunda küçükten büyüğe doğru dizilmesiyle oluşturulan düzmece şemalarla ortaya atılmıştır. Değişik araştırmacıların öne sürdükleri 20′den fazla değişik atın evrimi şeması vardır. Hepsi de birbirinden farklı olan bu soy ağaçları hakkında evrimciler arasında da görüş birliği yoktur. Bu sıralamalardaki tek ortak nokta, 55 milyon yıl önceki Eosen Devri’nde yaşamış “Eohippus” Hyracotherium adlı köpek benzeri bir canlının atın ilk atası olduğuna inanılmasıdır. Oysa atın milyonlarca yıl önce yok olmuş atası olarak sunulan Eohippus, halen Afrika’da yaşayan ve atla hiçbir ilgisi ve benzerliği olmayan “Hyrax” isimli hayvanın aynısıdır. Atın evrimi iddiasının tutarsızlığı, her geçen gün ortaya çıkan yeni fosil bulgularıyla daha açık olarak anlaşılmaktadır. Eohippus ile aynı katmanda, günümüzde yaşayan at cinslerinin de Equus Nevadensis ve Equus Occidentalis fosillerinin bulunduğu tespit edilmiştir. Bu, modern at ile onun sözde atasının aynı zamanda yaşadığını göstermektedir ki, atın evrimi diye bir sürecin hiçbir zaman yaşanmadığının en açık kanıtıdır. Evrimci yazar Gordon R. Taylor, Darwinizm’in açıklayamadığı konuları ele alan The Great Evolution Mystery adlı kitabında at serileri hikayesinin aslını şöyle anlatır Bir müzede bulunan bu at serisi diğerleri gibi değişik devirlerde değişik coğrafyalarda yaşamış çeşitli hayvanların taraflı bir bakış açısıyla, keyfi olarak birbiri ardına dizilmesiyle oluşturulur. Atın evrimi senaryosunun fosil kayıtlarında hiçbir dayanağı yoktur. Darwinizm’in belki de en ciddi zaafiyeti, paleontologların, büyük evrimsel değişiklikleri gösterecek olan akrabalık ilişkilerini ve canlı sıralamalarını ortaya koyamamalarıdır… At serisi genellikle bu konuda çözüme kavuşturulmuş olan yegane örnek gibi gösterilir. Ama gerçek şudur ki, Eohippus’tan Equus’a kadar uzanan sıralama çok tutarsızdır. Bu sıralamanın, giderek artan bir vücut büyüklüğünü gösterdiği iddia edilir, ama aslında sıralamanın ileriki aşamalarına konan canlıların bazıları sıralamanın en başında yer alan Eohippus’tan daha büyük değil, daha küçüktürler. Farklı kaynaklardan gelen türlerin bir araya getirilip ikna edici bir görüntüye sahip olan bir sıralamada arka arkaya dizilmeleri mümkündür, ama tarihte gerçekten bu sıralama çinde birbirlerine izlediklerini gösteren hiçbir kanıt yoktur. Gordon Rattray Taylor, The Great Evolution Mystery, London Sphere Books, 1984, s. 230 Tüm bu gerçekler, evrimin en sağlam delillerinden birisi gibi sunulan atın evrimi şemalarının, hiçbir geçerliliğe sahip olmayan hayali sıralamalar olduklarını ortaya koymuştur. Bu durum, evrim teorisinin ne derece elle tutulur, ciddiye alınacak bir teori olduğunu göstermesi ve savunucularının amaç ve yöntemlerini gözler önüne sermesi açısından oldukça önemlidir.

sürüngen kuş ve memelilerin ortak özellikleri