Vay Tiền Nhanh. İslamiyeti kabul ettikten sonra Türklerin siyasi sosyal ve kültürel alanlarda yaşadıkları değişimlerden birine örnek veriniz. Türklerin İslamiyeti kabul etmeleri ile birlikte sosyal ve kültürel hayatlarını bazı değişiklikler meydana gelmiştir. Türkler İslam dininin topluluklar halinde kabul etmeye başladık dikten sonra yerleşik hayata geçme de artmıştır şehir ve köye yerleşen Türklerin sayısı daha fazla olmuştur. Köylere yerleşenler daha çok tarım ve hayvancılıkla şehirleşme şehirlere yerleşenler ise Ticaret ve el sanatları ile uğraşmaya devam etmişlerdir. İslam dini Türk Dili ve Edebiyatı derinden etkilemiş bu alanda köklü değişikliklere neden olmuştur edebiyatta yeni bir dönem başlamış bu dönemde Türk İslam görüşünü yansıtan eserler ortaya çıkmıştır. Özellikle 11 inci yüzyıldan itibaren bu görüşe ait ilk yazılı eserler verilmiştir Türklerin İslamiyeti seçmeleri eğitimi anlayışlarında da değişiklikler meydana getirmiş günümüz üniversiteleri düzeyinde medreseler açılmaya başlanmıştır. Türkiye’nin ilk meclis üyelerinden biri on birinci yüzyılda Semarkant şehrinde açılmıştır yerleşik hayata geçen Türkler şehirlerde çeşitli mimari eserler yapmışlardır. Updated 15 Aralık 2015 at 1212 Türklerin, İslam ordularının ilk karşılaşmasının, 751 Talas Savaşı olduğu söylenmektedir ancak bu söylem gerçeği yansıtmamaktadır. Talas Savaşı, Türklerin, İslam ordularıyla ilk defa aynı safta savaştıkları savaştır. Türkler, Talas Savaşı’na kadar bir çok kez İslam ordularına karşı savaşmış, İslamiyet dinini İslam dinini ilk kabul edenleri kesinlikle tespit etmek güçtür. Kabul gören genel görüşe göre İslamiyeti kabul eden ilk Türk topluluğu Karluklulardır. Bir kısım Hazarlar da pek önceden Müslüman olmuşlardı, İslamiyet dinini benimseyen ilk Türk devleti ise Karahanlılar olarak kabul görmüştür. Türk boylarının İslamiyeti kabul edişlerindeki zaman farklılıklarının ve inanışta oluşan farklılıkların temel nedeni İslamiyet öncesi dönemde tek bir inanca mensup olmamaları denilebilir. Manihezm, Gök-Tanrı inancı ve Budizm Türkler arasında yaygındı dolayısıyla önceki dinlerinden taşıdıkları inanç ve uygulamalar da farklı Ayrıca şunu unutmamak gerekir ki, Altay, Ötüken ve Baykal çevreleri yabancı din etkilerinin dışında kalıyordu. İslamiyet’in etki ve bilgisi buralara o ilk yıllarda pek az Türklerin İslamiyet’e geçiş sebeplerinden en önemlisi olarak sayılan Gök Tanrı inancının İslamiyet’e benzer olduğu görüşü ise eksik bir önermedir. Gök Tanrı inancının Semavi dinlere benzediğini söylemek daha doğru olacaktır. Bu durum, Türklerin aynı dönemlerde Yahudiliği ve Hristiyanlığı da benimsemesini de açıklayabilir. Dolayısıyla Türklerin İslamiyete geçişinin temel etmeninin din benzerliği olduğunu söylemekten ziyade misyonerlik faaliyetlerinin olduğunu söyleyebiliriz. Bu faaliyetler ilk dönemlerde Arap seyyahlar tarafından üstlenilmişse de Türklerin İslamiyeti benimsemesinden en önemli rolü İslamiyeti benimsemiş Türkler üstlenmiştir. Türkistan coğrafyasında Hoca Ahmet Yesevi, Anadolu’da Tapduk Emre, Yunus Emre ve Mevlana Celaleddin Rumi gibi isimler bu görevi üstlenen en önemli isimlerdendir. Yine Anadolu coğrafyasında ise tekkeler, zaviyeler, “derviş” olarak adlandırılan dini önderler ve tasavvuf anlayışı İslamiyet’in yayılmasında önemli bir rol oynamıştır. Türklerin İslamiyete geçiş dönemini 3 ana evreye ayırabiliriz 1 Türklerin bireysel olarak İslamiyete geçişleri 642 – 751 . 2 Grup halinde din değiştirme, orduda ve yönetimde görevler üstlenme 751 – 868 . 3 Toplu din değişiklikleri ve ilk Müslüman Türk devletlerinin kuruluşları 868 – 940. 5 Ancak dördüncü bir evrenin var olduğunu da söylemek gerekir. Bu konuda bu üç evre sonunda Türklerin tamamen İslamiyet’i kabul ettiği görüşü gerçeği yansıtmamaktadır. İbni Fadlan’ın seyahatnamesi ve kaleme alınan diğer seyahatnameler bu görüşü çürüten kaynaklardan olmakla birlikte İlber Ortaylı da Anadolu’ya göç eden Türklerin büyük bir kısmının -özellikle Toroslar bölgesine göç edenleri vurgular- Gök-Tanrı inancına mensup olduğunu, Selçuklu Devleti döneminde Türk boylarının İslamiyeti benimsemesinin önemsenmediğini belirtmiştir. Hatta Osmanlı Devleti döneminde kadim dinin izlerinin görüldüğü vurgulanır. Bu konuda bir iddia da Halil İnalcık tarafından ortaya atılmıştır. Fatih Sultan Mehmet Han’ın akıl hocası olan Ak Şemseddin’in dahi yarı şaman bu tabir Gök-Tanrı inancını sürdüren Alevi toplumu için kullanılır olduğunu iddia Dolayısıyla bu sürecin sonuç aralıkları hakkında net bir bilgi vermek mümkün değildir. Türklerin inandığı İslam anlayışının da Arap yada Fars toplumuyla birebir aynı olduğunu söylemekte mümkün değildir. Nitekim özellikle Anadolu Türkünün, Gök-Tanrı inancından, İslam inancına taşıdığı bir çok adet, Türkler tarafından İslam dini açısından kutsal görülmekte; fakat Arap toplumları tarafından bu inanışlar bidad ilan edilmektedir. Bunlara örnek olarak, vefatın yedinci gününde mevlit yapma, doğumda ve ölümde kırkıncı güne özel anlam yükleme, dua ederken kıbleye dönmek yerine göğe bakma, mezarlık ziyaretlerinde bulunma, yağmur duasına çıkma, kötü rüyayı suya anlatma, türbe vb. yerlerde dua etme verilebilir. Türkler gibi İslamiyeti benimseyen hemen hemen her toplumda da benzer eski örf ve ananelerin aktarıldığı da görülmektedir. Sonuç olarak Türklerin İslamiyeti kabulü yaygın görüşün aksine kısa sürede tamamlanmamıştır. [1] Talas Savaşı’nda Türkler, Türkistan coğrafyasına seferler düzenleyen Araplarla yine düşmanları Çinliler arasında tercih yapmak zorunda kalmıştır. Savaşın başında Çinliler ile ittifak yapan Türkler, taraf değiştirip Araplarla birlikte Çinlilere karşı savaşmıştır. Bu taraf değiştirmenin sebepleri ve Türklerin, Çinliler ile savaşın başında ittifak yapmasına , makalemizin ana konusu olmaması sebebiyle detaylı değinmeyeceğim. Ancak konu hakkında okuma yapmak isterseniz Talas Savaşı hakkında okuma yapmanızı önermekteyim. [1] Hikmet Tanyu, Türklerin Dini Tarihçesi, Birinci Baskı, 1978 İstanbul, [2] Yaşar Kalafat, Altaylar’dan Anadolu’ya Kamizm, [3]Hikmet Tanyu, [4] Şerafettin Turan, Türk Kültür Tarihi, [5] Çevrimiçi Bağlantı türklerin islamiyeti kabulü Sık Sorulan Sorularİslamiyeti kabul eden ilk Türk boyunın Karluklular olduğu kabul edilir. Türklerin İslamiyeti kabul etme nedenleri arasında; erken dönemde Gök-Tanrı inancıyla İslamiyetin arasında benzerliklerin bulunması, Emevilerin Türkistan coğrafyasında fetihlerle İslamiyeti yayması, Anadolu coğrafyasında ise tasavvuf inancının yanı sıra tarikatların, tekke ve zaviyelerin İslamiyeti yayma çalışmaları yer almaktadır. İslamiyeti kabul eden ilk Türk devleti Karahanlılardır. Gazi Üniversitesi AHBV Kamu Yönetimi Bölümü Doktora Öğrencisi Çalışma Alanları Yerel yönetimler, kamu yönetimi, siyaset bilimi Türklerin islamiyete hizmetleri ne zaman, nerede ve nasıl başladığına genel olarak bakalım. Türklerin İslamiyet’i kabulü, hem Türk tarihi, hem İslam tarihi ve hem de dünya tarihinin önemli olaylarından birisidir. Çünkü Türkler, İslamiyet’in korunup geniş alanlara yayılmasında, İslam kültür ve medeniyetinin gelişmesinde önemli görevler üstlendiler. Türkler özellikle Abbasilerden itibaren halifelik orduları içinde yer aldılar. Tarihi kaynaklara göre ilk defa Türkleri devlet hizmetinde görevlendiren halife Cafer el Mansur olmuştur. Halife Harun Reşid’in muhafız birliğinin tamamen Türklerden meydana geldiği de bilinmektedir. Bizans sınırındaki Antep, Urfa, Tarsus gibi şehirlere yerleştirilen Türkler, İslam Devleti’ni Bizans tehlikesine karşı korudular. Türklerin yerleştirildiği bu sınır şehirlerine “Avasım” adı verilirdi. Abbasiler dönemi’nde halifenin emrinde bulunan Türk komutanların bu devlete büyük hizmetleri olmuştur. Halife Mansur, oğlu Mehdi’ye vasiyette bulunurken Türklerin önemini şöyle anlatır “Horasan halkından çok dost edin. Çünkü onlar bu devlet uğrunda mallarını ve canlarını feda etmiş, en büyük yardımcıların ve taraftarlarındır”. Harun Reşid’in halife olan oğulları Memun ve Mutasım zamanında devlet içinde Türklerin ağırlığı artarak devam etti. Memun zamanında Bağdat’da ordu mensubu Türklerin sayısı i buldu. Hilafet ordusunda; Afşin, Aşnas et-Türkı, Baga el-Kebir, Hakan Urtuc gibi beyler başlıca komutanlar olarak görev yapmaktaydı. Halife Mutasım zamanında 833-842, Türklerin durumu daha da sağlamlaştı. Hatta halife, Bağdat’ın kuzeyinde sadece Türklere ait Samerra şehrini kurdurdu. Samerra’da bulunan Türk birlikleri; giydikleri elbiseler ve aldıkları ücretin farklı oluşu sebebiyle diğer birliklerden daha imtiyazlı oldular. Türklere çok güvenen Mutasım, hilafet merkezini bu şehre taşıdı. Böylece halife canını bile sadece Türklere emanet etmiş oluyordu. İslam tarihine, Samerra Devri olarak geçen bu dönemde Türkler sadece orduda değil, siyasi ve idari sahada da büyük nüfuz kazandılar. Türkler, halifenin seçiminde bile söz sahibi hâline geldiler. 945 yılında Bağdat’ı işgal eden Büveyhîler, halifeyi adeta gözaltına aldılar. Abbasi Halifesi Kaimbiemrillah’ı bu durumdan Selçuklu hükümdarı Tuğrul Bey kurtardı. Abbasi Halifesi, bu yardımlarından dolayı Tuğrul Bey’e doğunun ve batının sultanı unvanını verdi. Böylece Türkler İslam dünyasının siyasi liderliğini ele geçirdiler. Türkler, uzun yıllar bir taraftan İslam dünyasındaki parçalanmaları önlediler bir taraftan da Bizans’ın ve Haçlı ordularının saldırılarına karşı İslam dünyasını korudular. Resim Farabi Türkler tıp, astronomi, matematik, felsefe, coğrafya ve dinî ilimlerde de yetiştirdikleri bilim adamlarıyla, İslam medeniyetinin gelişmesinde büyük rol oynadılar. Matematik alanında Harezmi, matematik, coğrafya ve astronomi alanında Birûni, felsefede Farabi, tıp alanında İbn-i Sina ve kelam ilminde de Gazali çok önemli eserler yazdılar. Resim İbni Sina Böylece Türkler İslam kültür ve medeniyetinin, doğuda Hindistan’a, batıda Avrupa içlerine kadar yayılmasını sağladılar. Resim Biruni Emevi Halifeliği zamanında müslüman Araplar, Suriye ve İran'ı hâkimiyetlerine alarak Maverâünnehir bölgesine ulaşmışlardı. Seyhun ve Ceyhun ırmaklarının arasındaki bu bölgede Türkler bulunmaktaydı. Böylece Araplar ile Türkler ilk defa temasa geçmişlerdir. Emeviler bölgede İslâmiyet'i yaymaktan çok, yeni zaferler peşinde koşmuşlar; Müslüman olmalarına rağmen yerli halka ağır vergiler yüklemişlerdi. Bu sebeple ilk karşılaşma pek dostça olmamış ve Türklerle Araplar arasında küçük çapta çarpışmalar cereyan etmiştir. Özellikle Kuteybe bin Müslim'in Horasan valiliğine getirilmesiyle mücadele iyice kızışmıştır 705. Kuteybe bin Müslim'in Maverâünnehir 'in doğusuna düzenlediği akınlara karşı Türgeş Beğleri güçlü bir direnme göstermiştir. Göktürklerin batı kanadında yer alan Türgeşler, Arapları savunmaya çekilmeye zorlamış ve bu mücadele Göktürklerin yıkılmasına kadar devam etmiştir 745 . Göktürk hâkimiyetinin sona ermesiyle Türk toprakları doğudan Çinliler, batıdan Arapların ilerlemesine maruz kalmıştır. Bu dönemde Maverâünnehir bölgesinin savunmasını, Türgeşlerden sonra Karluk Türkleri üstlenmiştir. Emevilerin Arap olmayan Müslümanlara karşı âdil ve eşit davranmamaları huzursuzluğu artırmıştı. Bu duruma karşı çıkanlar, Emevi idaresine son vererek yerine Abbasi Devletini kurmuşlardır 750. Türkler, Abbasi Devleti'ni daha çok benimsemişler, yeni yönetime daha sıcak bakmışlardır. Göktürk Devletinin yıkılmasından sonra, Çinliler bütün Türk ülkelerini ele geçirmeyi plânlamaktaydı. Emevilerin ortadan kalkmasından da faydalanmak isteyen Çin ordusu daha batıya yönelerek Karluk topraklarına girmişti. Bu durum üzerine Karluklar, Abbasilerin Horasan valisi olan Ebû Müslim'den yardım istediler. Ebû Müslim, komutanlarından Ziyad ibni Salih'i bölgeye gönderir. Arap ordusu ile batı bölgesinin genel valisi komutasındaki Çin ordusu Talas ırmağı boylarında karşılaşırlar. Türklerin de İslâm ordusu yanında hücuma geçmesi sonucunda Çinliler büyük bir yenilgiye uğratılır 751. Türklerin İslâmiyet'le ilk tanışmaları Emevi dönemiyle başlar. Ancak Emevi yönetiminin tutumu sebebiyle, Türk toplulukları arasında İslâmiyet fazla yayılmamıştır. Buna rağmen, az sayıda da olsa Emevi ordusunda görev alan Müslüman Türkler bulunmaktaydı. Meselâ Horasan Vâlisi Ubeydullah bin Ziyad henüz 674 tarihinde 2000 Türk okçusundan bir ordu oluşturmuştu. Talas Savaşı, Türklerle Müslümanların birbirlerini daha yakından tanımalarını, dostane ilişkiler kurulmasını sağladı. Bu sebeple Talas Savaşı hem Türkler hem Müslümanlar için bir dönüm noktasıdır. Bu savaş neticesinde İslâmiyet Türkler arasında hızla yayılmaya başlamıştır. Abbasi ordusunda çok sayıda Türk görev aldı. Zamanla Türk askerleri, ordunun ve yönetimin denetimini ele geçirdiler . Hatta bazı Türk komutanları, Abbasi Devleti sınırları içerisinde kendi devletlerini bile kurmuşlardır. Türklerin kitleler hâlinde Müslüman olmaları özellikle X. yüzyılda hız kazanmıştır. Henüz 900 tarihlerinde İtil Volga çevresinde bulunan Bulgar Türkleri arasında Müslümanlığa çok büyük ilgi vardı. Nitekim İtil Bulgarları hükümdarı Almış Han, 920 'de Abbasi halifesine müracaat ederek din âlimleri ve mimarlar göndermesini rica etmişti. Aynı tarihlerde Önce Karluk, Yağma ve Çiğil boyları, ardından Oğuzlar arasında İslâmiyet yayıldı. Karluk, Yağma ve Çiğil Türkleri, ilk Müslüman Türk devleti olan Karahanlı Devleti'ni, Oğuzlar ise Selçuklu Devleti' ni kurmuşlardır. Türklerin Müslüman Olmasının Sebepleri Türkler İslâmiyet'i kılıç zoruyla değil, kendi rızalarıyla kabul etmişlerdir. Şüphesiz bu dini seçmelerinin en önemli sebebi, eski Türk inancı ve anlayışı ile İslâmiyet arasında birçok benzerlik bulunmasıdır 1- Eski Türk dini, Gök-Tanrı inancı adıyla bilinmektedir. Bu inanışa göre Türkler, İslâmiyet'teki gibi tek bir Allah'a inanıyor ve O'na Tanrı Tengri diyorlardı. İslâmiyet'te Esmâ-i hüsnâ denilen Allah'ın sıfatlarından bazıları, eski Türk inancında da mevcuttu . 2- Ahiret ve ruhun ölmezliği, her iki inançta da mevcuttu. Türkler cennet için uçmağ uçmak, cehennem için tamu sözünü kullanmaktaydı. 3-İslâmiyet'te olduğu gibi Gök Tanrı inanışında da Tanrıya kurban sunuluyordu. 4-İslâmiyet'teki gaza ve cihât ile Türklerin dünya üzerinde töreyi hâkim kılmak için yaptıkları savaşlar benzer mahiyettedir. İslâm anlayışına göre savaş sonunda elde edilen ganimet helâldir. Türklerde ise aynı şekilde yağma geleneği vardır. 5-İslâmiyet'in telkin ettiği ahlakî kurallar, Türk anlayışına da uygun düşmektedir. Türkler tarih boyunca çeşitli dinlere girmişlerdi. Ancak bu dinler halk arasında değil daha çok idareci kesimde kabul görmüştü. Buna rağmen İslâmiyet dışındaki dinlere girenler Türklüklerini koruyamamışlardır. İslâm dini, millî yapıya uygun olduğu içindir ki Türkler kitleler hâlinde bu dini kabul etmişler ve Türklüklerini korumuşlardır. Türklerin İslâmiyet'e Hizmetleri Türklerin İslâmiyet'i kabul etmeleri hem İslâm âlemi hem de dünya tarihi açısından büyük sonuçlar doğurmuştur. Türkler, karışıklık içinde bulunan İslâm dünyasının koruyuculuğunu üstlendiler. Selçuklular, Abbasi halifelerini himaye ettiler. Batıda Haçlı Seferleri'ne, doğuda Moğol akınlarına karşı Türkler tarafından set oluşturuldu . Böylece İslâm dünyası dağılmaktan kurtulmuştur . Bin yıla yakın bir süre Türkler, İslâmiyet'in bayraktarlığını yapmıştır. Gazneli Mahmud'un Hindistan'a kadar yaptığı seferler neticesinde İslâmiyet Hindistan'a kadar ulaşmıştır. Böylece yakın dönemlerde kurulan Pakistan ve Bangladeş'in temelleri atılmıştır. Osmanlı döneminde ise Türkler Balkanlara yerleştiler. Arnavutlar, Bosna-Hersekliler Boşnaklar bu dönemde Müslüman oldular. Türklerin İslâmiyet'e hizmetleri sadece siyasî ve askerî alanla sınırlı kalmamıştır. Devlet idaresi ve askerî yapılanmada bütün İslâm dünyasını etkileyen Türkler, İslâm medeniyetinin gelişmesinde de inkâr edilemez hizmetlerde bulunmuşlardır. Bilim, sanat ve edebiyat alanında İslâm rönesansı, Türklerin katkıları ve sağladıkları huzur ve emniyet sayesinde gerçekleşmiştir. Dolayısıyla İslâm dininin ve medeniyetinin, dar Arap ve Fars çevresine sıkışıp kalmayarak, evrensel hâle gelmesi yine Türkler sayesinde mümkün olmuştur, demek yanlış Selçuklu veziri Nizamülmülk tarafından Bağdat'ta kurulan Nizamiye Medreseleri 1066 , öyle büyük bir üne sahip oldu ki, bu medreseler İslâm medreselerinin ilk örneği olarak kabul edilmişti. Halbuki Samanoğulları ve Gazneliler devrinde de medreselerin bulunduğu bilinmektedir. Ancak Nizamiye Medreseleri dinî bilimler yanında müspet ilimlerin de okutulduğu ilk medreseler olmakla, modern üniversitelere öncülük etmiştir. Abbasiler zamanında başlayan eski Yunan ve Helen medeniyetlerine ait eserler ve felsefe akımlarının çevirileri, Türk hâkimiyeti devresinde zirveye ulaşmış idi. Böylece İslâm medeniyetinde büyük gelişmeler olmuştur. Batıda unutulmuş olan Yunan ve Helen medeniyeti, Haçlı Seferleri sayesinde İslâm medeniyeti ile birlikte tekrar Avrupa'ya taşınmıştır. İslâm medeniyetinin öncüleri durumunda olan Türk bilginler bütün dünya tarafından tanınmış ve eserleri yüzyıllarca bilime rehberlik etmiştir. Bu Türk bilginlerinin en ünlüleri Farabi, Birunî ve İbni Sina'dır. Oğuzların Karaçuk Farab şehrinde doğan Farabi 870 -950, matematik, fizik, astronomi vb. konularda 160 kadar kitap yazmıştır. Ancak onu asıl önemli kılan Helen felsefesinin akılcı, mantığa dayalı yönüyle İslâm düşüncesini kaynaştırdığı felsefe alanındaki çalışmaları olmuştur. Aristo'nun düşüncelerini en iyi açıklayan kişi olduğundan "Muallim-i Sâni" İkinci öğretmen. adıyla anılmıştır. Eserlerinin çoğunun Lâtinceye çevrildiği batıda "Al-farabıus" adıyla bilinmektedir. İhsâ'ül -Ulûm isimli eseriyle bilimleri ilk kez sınıflandıran Farabi aynı zamanda Öklit geometrisini de açıklamıştır. Farabî'nin düşüncelerinden etkilenen İbni Sînâ 980-1037, çeşitli konularda 220 civarında eser vermiş diğer ünlü bir Türk bilginidir. Avrupa'da "Avicenna" adıyla bilinmektedir. Felsefe ve müspet bilimlerle uğraşan İbni Sina asıl ününü tıp alanında kazanmıştır. "El-Kanun fi't-Tıb" adlı eseri Lâtinceye çevrilmiş ve yüzlerce yıl ders kitabı olarak okutulmuştur. Birûnî 973 -1051, Harzemşahların sarayında yetişti ve Gazneli Mahmud'un himayesine girdi. Matematik, geometri, tıp ve coğrafya gibi alanlarda 113'ten fazla eser veren Birûnî'nin asıl başarısı astronomi dalındadır. Yıldızların yüksekliğini, açılarını ölçen hassas aletler geliştirdi. Dünya çekirdeğinin çapını sadece 15 kilometrelik yanılmayla km olarak tespit etmiştir. Yazdığı astronomi kitabı, dünyanın ilk astronomi ansiklopedisi olarak kabul edilmektedir. Farabî ve İbni Sina'nın açtığı yoldan birçok Türk âlim ilerlemiştir. Felsefe dalında; El-Harezmî, Şehristânî ve tasavvufun öncülerinden Gazali, İbni Rüşd, Fahreddin Razi, geometride Abdurrezzak Türkî, trigonometri'nin kurucularından Abdullah el-Baranî ilk akla gelenlerdir .Selçuklu Sultanı Melikşah İsfehan ve Bağdat'ta birer rasathane kurdurarak, İranlı ünlü matematikçi ve astronom Ömer Hayyam'ı buralarda görevlendirdi. Ömer Hayyam'ın da içinde bulunduğu bazı bilim adamları, Melikşah adına güneş yılına dayanan Celâlî veya Takvim-i Melikşâh adlarıyla anılan bir takvim hazırladılar. Sanat ve mimarlık alanlarında da Türk-İslâm devletleri zamanında büyük gelişme görülmektedir. Türk-İslâm kültürü ve sosyal hayatına uygun olarak gelişen mimarlığın en önemli örnekleri cami, medrese, kervansaray, imaret, darüşşifa hastane İlk Türk-İslâm mimarî örneği, Tolunoğlu Ahmed tarafından Kahire'de yaptırılan Tuluniye Camisi'dir ve bugün dahi varlığını korumaktadır. Türkler tarafından geliştirilen kubbe, kemer ve sütun biçimleri, Orta Asya yaşantısı ve çadır kültürünün, İslâm mimarîsine yansıtıldığı yeni bir mimarî üslûbu getirmiştir. Özellikle tekke, kümbet, cami ve medrese gibi yapılarda, Türk mimarî üslûbunun eşsiz örnekleri cilt, çini, minyatür sanatları ile seramik, dokumacılık, taş ve maden işçiliği vb. alanlarda Türkler eşsiz örnekler vermişlerdir. İslâmî anlayışa uygun düşmemekle beraber heykel ve kabartma sanatını devam ettirmişlerdir. Örneğin birçok yapıda hayvan figürleri kullanılmış, Sultan Tuğrul bastırdığı madalyona kabartma resmini koydurmuştur. Müzik alanında da Türkler yenilikler getirmişlerdir. Farabî müzik üzerine iki eser yazmış ve bunlar dünya müzik tarihine geçmiştir. Eserinde ses ve müziğin fizik temellerini inceleyerek, ses perdesinin özelliklerini ilk defa ortaya koymuştur. Saraylardaki nevbet bando, Osmanlı askerî mehterine örnek olmuştur. Ayrıca bazı tarikatlerin yaptıkları dinî müzik ve rakslar, Türk tasavvuf musikisinin ve semahların özünü oluşturmuştur. Türklerin topluca İslamiyeti din olarak kabulleri ve İslam medeniyeti dairesine dahil olmaları, Türk Tarihi açısından son derece de önemli bir Osman Turan, Türkler ve İslâmiyet adlı makalesine şu cümle ile başlar“Yeni bir din veya medeniyetin kabulü, cemiyet içerisinde inanış, düşünüş ve yaş ayış gibi türlü bakımlardan husule getirdiği derin değişiklik ve inkişaflar dolayısıyla bir kavimin tarihinde en mühim bir hadise olmak vasfını daima muhafaza eder.”Fakat bu olayın ehemmiyeti yalnızca Türk Tarihinde sebep olduğu gelişmelerden ibaret değildir. Türklerin İslamı benimsemeleri, İslam Tarihi açısından da pek önemli bir dönüm noktası teşkil ettiği gibi, yüzyıllar boyunca değişik şekillerdeki tezahürleri dolayısıyla da Genel Dünya Tarihinin en mühim hadiselerinden birini Türklerin milli dinleri, Şaman denilen din adamlarına sahip olması dolayısıyla, biraz da yanlış bil biçimde çoğu zaman şamanilik Şamanizm diye bugün halâ tartışması devam eden bu isim konusunu bir tarafa bırakacak olursak, eski Türk dininin de kendi içerisinde bir gelişim geçirdiğini ve nihayet her şeye kadir bir yüce yaratıcı, Gök-Tengri Tanrı inancına ulaştığını Öncesi ve Müslümanlık Sonrası TürklerGenel kabul gören bu din yanında Türkler, İslamiyeti tanımadan önce Budizm, Zerdüştlük Mecusilik, Maniheizm ve Hristiyanlık, hatta Yahudilik gibi bazı dinleri de kabul etmişlerdir. Bütün bu dinler, Türk dünyasının değişik bölgelerinde ve bazen değişik devirlerinde kendilerine salikler bulabilmişlerdir. Biz bunun, yani Türklerin İslamiyetten önceki dini tarihleri üzerinde burada duracak değiliz. Bununla birlikte bu vesile ile Türklerin inanç dünyalarında, bütün tarihleri boyunca en önemli yeri İslamiyetin tutmuş olduğunu önemle kaydetmemiz ki İslamiyetin Türk illerine ulaşıp belirli bir tanışma döneminin sonunda Türkler arasında yayılmaya başlamasıyla, bu milletin hayatında yepyeni bir dönem başlamıştır. Aynca da Türkler İslamiyeti, çok küçük guruplar halindeki istisnaları hariç, bir millet bütünü olarak kabul etmişlerdir. Bu topluca kabul ediştir ki, çok defa Türk deyince müslüman, müslüman deyince de Türkün anlaşılmasına neden İslamiyeti Nasıl Kabul Etti?Milletlerin, atalarını inanır buldukları esasları terk ederek yeni inanç sistemlerini benimsemeleri, çoğu defa kolayca gerçekleşmeyen bir hadisedir. Çeşitli dinlerin yayılış tarihleri yanında, bizzat Hz. Peygamber’in, içlerinden çıktığı Arap toplumuna İslamiyeti tebliğ ve onları Hak yola sokmakta çektiği sıkıntı ve karşılaştığı güçlükleri bu noktadan bakıldığında, İslamiyetin Türkler arasında, hemen ilk temasla birlikte ve çok kısa bir zamanda yayılmadığını tahmin etmek mümkün olur. Türklerin İslamiyeti, müslüman Araplar vasıtasıyla tanımaları ve önceleri tek tek veya münferit guruplar halinde müslüman olmaları, nihayet yüzbinleri geçen çadırlar halkının bir anda Allah’ın hidayetine ulaşmaları süreci, üç asrı geçen bir zaman diliminde gerçekleşmiştir.

türklerin islamiyeti kabul etmesiyle başlayan türk dili dönemi